1 Haz 2009

SÖZLÜK





Sevgili Dostlar ,

ESKİ TÜRKÇE- YENİ TÜRKÇE SÖZLÜK

( YUNUS EMRE ) ŞİİRLERDE GEÇEN SÖZCÜKLER VE ANLAMLARI

A



âb: su.
abd: kul.
abad : zengin olma, varlıklı olma, bayındır.
abaz: avaz.
abdal, ebdal: derviş. Tanrı sevgilisi, kırk din ulusundan biri. Saçlarını, kaşlarını, bıyıklarını ve sakallarını usturayla tıraş ettiren, davul ve dümbeleklerle, sancaklarla toplu halde gezen Şii -Batıni bir derviş topluluğu, doğrudan doğruya derviş anlamına da gelir.
abdal donu: gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü.
abes : boş, asılsız, saçma.
abeş: kula renkte at, alacalı hayvan.
ab-ı efsun : gözyaşı
abı hayat : ölümsüzlük suyu, bengisu.
âb-ı hayvan: aynı suya verilen başka bir ad.
ab-ı Kevser : Kevser suyu
abık: kaçak, kaçan
ab-ı mutahhar : temiz su
ab-ı nisan : nisan yağmuru.
abı puş : aba giyen, derviş, fakir
ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu.
abidane: ibadet edene yakışacak bir surette.
abit: çok ibadet eden, dindar.
ablak: değirmi, yaygın yüz.
âbşar: su şırıltısı, çağıltı.
abus : somurtkan
acayip, acib : acaib, şaşırtacak ve hayret verici şeyler.
aceb, aceba: şaşma, şaşakalma, acaba.
Acem: İranlı.
Acem dağları: Batı İran dağları.
acışmak: derinden acımak.
acib: hayret verici, şaşkınlığa yol açan şey, tuhaf, garip, acayip.
âcizi: acizlik, zavallı, alçak gönüllü kimseye ait, bir kimsenin kendinden söz ederken kullandığı sözcük.
acuz: kocakarı, cadı karı.
açak: açalım.
açaram: açarım.
açılcağ: açılınca.
açılıptur: açılmıştır.
âdâb: edep, terbiye.
adalet : hak.
adave : düşmanlık.
adâvet: düşmanlık, hınç, kin.
Âdem: ilk insan ve peygamber.
adem: yokluk, hiçlik.
ademi: insan, adam.
ademiyet : insanlık, insancılılık
adet : gelenek, görenek, sayı
adib : edepler, töreler.
adl: adelette doğru hüküm verme, her şeyi yerli yerine koyma.
adlım: ünlü, ünü büyük.
adu, adü: düşman, hasım.
adu taşı: düşman taşı.
adüvan : can düşmanı.
afak : ufuklar, gökyüzünün kenarları
âfitab: güneş.
agah: bilgili, görgülü.
ağ: ak.
ağ gızıl: ak, kızıl karışığı renk, alacalı
ağ lavaş: yufka ekmek, ak undan yapılmış yufka ekmek.
ağ mercan: ak mercan. (mecazi anlamı; ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.)
ağaç at: tabut.
ağca: akça, aka yakın, alacalı.
ağca ceyran: ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.)
ağı, ağu: zehir.
ağıl: koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla çevrildiği yer.
ağır sufra: şölen sofrası.
ağır zürbe: yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar.
ağlaram: ağlarım.
ağmak: yukarı çıkmak, yükselmek. 2- akmak, karışmak.
ağrı: yön, taraf.
ağu: ağı, zehir.
ağyar: başkaları, sevene göre sevgilisiyle görüşenler.
aharam: akarım. ''Aharam seller içinde.''
ahbâr: haberler.
ahd: vadetme, söz verme.
ahdipeyman, ahd ü peyman : yemin, yemine dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
ahen: demir, zincir, kılıç, katı, acımasız.
ahenger: demirci.
aheste: yavaş, ağır, yavaş yavaş
ahıl: akıl
ahi: Arapça kardeş anlamına gelen bu sözcük, hem ustaları, hem çırakları içine alan esnaf loncalarının liderine verilen ad olmuştur.
ahibba: dostlar, sevgililer
ahir: en son, sondaki, nihayet, son olarak. son, sonuncu.
ahir-kâr: işin sonu.
ahir zaman: dünyanın sonu.
ahlak : huylar, davranışlar, etik.
ahmer: kırmızı , kızıl.
ahsen: çok güzel
ahsen-i takvim: en güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması.
aht : sözleşme
ahu: ceylan.
ah-u zar: yüksek sesle ağlama, dövünme.
ah ü firaz: ah edip inlemek, ağlamak.
ahü : ceylan, (mecazi anlamı; güzellerin gözü)
ahval: haller, durumlar.
Ahmet: Hz. Muhammed'in adlarından biri.
ahz : almak
akça, akçe: para
akdem : ilk, önce, önceki, daha önceki
akıl yetirmek: akıl erdirmek.
âkil: akıllı, uslu.
akl-ı cüz: aklı kıt.
akl-ı küll : tüm akıl; Tanrı bilgisi.
akl-ı mead : ahirete dönük akıl.
akşamaca: akşama değin, akşama kadar.
aktöre, atayi: armağan, hediye.
akval: kaviller, sözleşmeler.
al: hile, tuzak, aldatma işi.
al duvağ: aI duvak, gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak.
al malı: yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
ala: ela.
alacabaz: aladoğan.
Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. Dede Korkut'ta da geçer. Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sırasından doğar.
Aladağ salı: Aladağ düzlükleri.
alafırcık: fitne, fesat, karıştırıcılık.
alaik: alakalar, ilgiler.
alak: alalım.
alâim-i sema: gök kuşağı, ebem kuşağı, alkım.
alakaftan: alaca kumaştan yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
alasan: alasın.
alâyiş: gösteriş, debdebe, tantana, ziynet.
alçağ, alçah: alçak, yüksel olmayan.
aldamak: aldatmak
aldanguç: aldatıcı.
alçım: çeşit.
alef: cana yakın, samimi.
âlem: dünya, kâinat, evren
alıcı: avcı.
alık: alınmış.
Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına.
alışaban: tutuşarak. ''Alışıban yanaram men''
alışmak: tutuşmak, alev almak, alevlenmek.
ali: büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu.
Al-i aba: Hz. Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den oluşan kutsal topluluk
Al-i Yezid: Muaviye'nin oğlu Yezid ve onun soyundan gelenler.
âlim-i deyyan: hâkim, bilgin, Tanrı
alişan: şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
alma: elma.
alma teki: elma gibi, elma benzeri.
aluptur: almıştır.
alvala: al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
ama: geyik.
amal: amel, yapılan iş, eylem, edim. 2- ameller.
aman: sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut.
amana düşmek: sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek.
amanat: emanet.
amanı aldırma: umursamazlık, zora koşma.
amber, anber: amber kokusu, güzel koku. (Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu maddelerin ortak adı)
amel: iş, ibadet.
âmennâ: inandık, doğru bulduk.
âmil: yapan, işleyen, yapıcı, etken,
amm: halk, herkes, halk yığını.
amm ü has: halk ve seçkinler.
an: o
anasır: elemanlar, öğeler.
anca, andak: o kadar
ancılayın: onun gibi
anda: orada, oraya
andak: hemen
andan: sonra
andelip: bülbül, seher kuşu.
Anka: Kafdağında olduğuna inanılan masal kuşu.
annac, annaç, arnaç: karşı, karşı yön, meyilli cephe. ''Annacımdan gelen güzel''
Anter: Hz. Ali'nin öldürdüğü söylenen bir yiğit
anuban: anarım
aparmak: götürmek, alıp gitmek. ''Felek can aparır...''
ar: utanma.
Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup.
ârâm: durup dinlenme, konup rahat etme.
araram: ararım.
arasat: kıyamet kopunca dirilen canlıların toplanacağı yer.
arasın: arasını.
arayı arayı: araya araya.
arayıla: ara ile, aralıklı olarak.
arâyiş: süs, bezek, nakış.
Araz: Aras Nehri.
arbede kılmak: dövüşmek, kavga etmek.
argaç: davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ sırtları.
arkın: yavaş, hafif.
arkuru: aykırı, ters
arma: eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik.
arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, göğün dokuzuncu katı.
arzıhal, arzuhal: sunu, sunma.
arzu ediben: arzu ederek, arzulayarak.
arzuman: şiddetli arzu, istek
âsâ Âdem: Adem Peygamber yapılmaması gereken şeyi yaptı şeytana uydu. Yunus hem Ademi sen yarattın, hem de ona yapılmaması gereken şeyi yaptırdın diye Tanrı'ya sitem ediyor.
âsân: kolay, rahat
Ashâb-ı Süffa: Yoksul oldukları için Hz. Muhammed'in mescidi sofasında yatıp kalkan yakınları.
asitan: dergah, tekke, kapı eşiği.
aslı hariç: soyu belirsiz, yabancı.
asl-ı kân: madenler aslı, değerler temeli.
aslı kıt: soysuz, verimsiz.
aslı pak: temiz, soylu.
asrık: yük.
assı: kâr, fayda, kazanç.
asuman, asman: gökyüzü, sema.
aş: yemek.
Aşere-i Mübeşşere: Cennete gidecekleri Hz. Muhammed tarafından bildirilen on İslam büyüğü Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin A vvam, Abdurrahhman bin A vf, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Sait bin Zeyd, Sad bin Ebi vakkas.
aşırma: kova, bakraç.
aşiyan: kuş yuvası, ev, mesken
aşıyane: yuva.
aşikâr, eşker: belli, meydanda, açık.
aşina, aşna: bildik, tanıdık.
Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı.
ataş: ateş.
ati: iyilik, ihsan.
atlanıban, atlanuben: atla, atlanarak, atlı olarak.
avaz, avaze: ses, ün, şöhret.
avdet: dönüş.
avlak: av yapılan yer.
avn: yardım, yardım eden.
avsın: büyü, tılsım.
avurd: yanağın iç tarafı, boş yeri.
avurmak: eğilmek, çevirmek.
ayak yalını: yalın ayak.
ayağ: kadeh
ayakça: ayak kelepçesi, ayak bağı.
ayan: açık, belli, ortada.
Ayat: Ayetler.
aydıvar: söyler, der ki.
aydur, aydar, eydür: söyler, der, der ki.
Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
Ayet-i Kurba: Kur'an Şura suresinin 23. ayeti. Burada ''Ya Muhammed sen ümmetine söyle ki; size tebliğ ettiğim din hükümlerine mukabil akrabana (yakınlarına) muhabbetten başka bir şey istemem'' denmektedir. Ayette ''akrabanın karşılığı; fil-kurba'' sözcüğü bulunduğu için ayet bu adla anılmaktadır.
ayıdam: söyleyeyim.
ayıkmak: ayılmak
ayıkvam: ayığım
ayıtmak: söylemek
ayine: ayna.
aymak: söylemek, hitab etmek. 2- uyanmak, farkına varmak.
ayn: göz, çeşme, kaynak
Ayn el yakin: gönül gözü. Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l:-) yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir.
ayn-i irşid: irşadın ta kendisi, aydınlatma.
ayn-i bahar: baharın gözü.
ayn-i cem: Bektaşî ve Alevî'lerin kabul töreni.
ayn-i rah: yol gözlemek.
ayrılmanam: ayrılmam, ayrılamam.
ayruk: başka, değişik, artık.
ayş: zevk
ayyar: hileci, desiseci.
âzam: en yüksek, ulu.
azât etmek: serbest bırakmak.
Azazil: şeytan'ın adı.
azemet-füruş: büyüklük satan.
azheri: belli.
azık: yiyecek, besin.
azim: kesin karar verme, irade.
azimet: gitme, gidiş.
aziz: sevgide üstün tutulan.
azizan: dostlar, erenler.
azl: işten çıkarma.
azmak, azıtmak: yoldan çıkmak, sapıtmak.
azm-didar: buluşma, kavuşma çabası.

B



bâb: kapı, kitap, kitap bölümü.
babal: günah, suç.
babullah: Allah kapısı.
bac: vergi
bâd: rüzgâr
bâde: içki, şarap.
baden: semiz, iri gövdeli kimse.
badya: büyük kap, topraktan yapılma büyük içki kabı, testi.
bağat: bağ, bahçe
bâğbân, bağman, bağvan: bağcı, bahçıvan, bağ bekçisi.
bağır: 1.Yürek, gönül 2.Göğüs 3. Sine.
bağırdudu: papağan.
bağrı veran: gönlü yıkık, üzgün.
baha, paha: değer.
bahâdır: yiğit.
bahah: bakalım, görelim.
bahça: bahçe.
bahil, pahıl: nekes, cimri, şurdan sıkıp şurdan yalayan.
bahr: deniz.
bahr-ı muhit: okyanus.
bahr-ı zulmet: zulmet denizi.
bahri: deniz eri.
baka: tutam, demet, deste.
bâki: kalıcı.
bâl: kol, kanat, koruma, yürek, gönül.
bal ü per: kanat.
bala: çocuk, yavru.
bâlâ: yüce, yüksek.
balaban: büyük başlı çakır doğan.
balkımak, balkırmak: pırıldamak, parlamak
ban: otluk.
bannamak: ötmek, seslenmek.
bar: yemiş, meyve.
bâr: yük
bâran: yağmur
barekallah: kutlu olsun, hayırlı ve bereketli olsun.
bârhâne: ev eşyası
barı: bari, hiç değilse, hiç olmazsa.
Bari: Tanrı.
bârû: burç, kale.
Basir: Tanrı, her şeyi gören.
baş: yara, yaranın işleyen gözü. "bağrı başlı": kalbi yaralı.
baş eylemek: yara açmak.
batıl: boş, beyhude, yalan, çürük.
batın: gizli, görünmeyen, yorumla elde edilen bilgi.
bay, baylık: zengin, zenginlik
bayık: gerçek
baz: doğan. 2- Bir şeyin küçük kısmı, parçası, bir miktar, bir kısım.
bâzergâh: tüccar.
becare: biçare, çaresiz, umarsız.
becit: acele.
bed: bet, kötü, yakışıksız.
Bedahşan (Badakşan) : Afganistan'da eyalet. Merkezi Feyzabat şehridir. Kökçe nehrinin yukarı yatağında çıkan -bir yakut türü olan- lacivert taşıyla ünlüdür.
bedir: dolunay.
bedirlenmiş: ayın on dördüne benzemiş.
bednam: adı kötüye çıkmış, kötü ün kazanmış.
bek: sağlam, sıkı.
beka: kalma, kalım,sürme, yaşama.
bel: geçit.
belemek: kundaklamak.
beli: evet, peki, doğru. "Allah insanoğullarını yaratınca onlara "Ben sizin Tanrınız değil miyim" diye sorar. Onlar da "beli" diye karşılık verirler.
belik: uzun ince saç örgüsü.
bencileyin: benim gibi.
bend: bağ.
bende: kul, köle, bağlanmış.
benefşe, menevşe: menekşe.
beng: afyon, esrar.
bengi: tiryaki, esrarkeş.
benzek: nazire.
berat: rütbe, nişan ve imtiyaz verildiğini bildiren ferman.
berdâr: asılmış.
bergüzâr: anı, anılmak için verilen armağan.
berhava: boş, faydasız.
berî: ırak, sıyrılmış, kurtulmuş.
berk: güçlü, kuvvetli, sağlam.
beserek: besili, tombul.
besilek: besili, beslenmiş.
beş arşın bez: kefen.
beşâret: sevinç, mutluluk.
beşer: insan, insanlık.
beyhuşt: kökünden, dibinden kopmuş olan, koparılmış.
Beyrek: Oğuzlar'ın destan kahramanı ''Bamsı Beyrek''. Bamsı Beyrek destanının en eski kolu -biçimi- ''Dede Korkut Kitabı''ndadır. Beyrek'in mezarının Bayburt'ta, Duduzar köyünde olduğu inancı yaygındır.
beyt: ev, konut.
Beytullah: Kâbe.
bezenmek: süslenmek.
bezestan: değerli eşyanın satıldığı kapalı çarşı.
bezm: meclis, toplantı, eğlence.
bezirgân: tüccar.
bıçağ: bıçak.
bıldır: geçen yıl.
bi-basar: gözü keskin olmayan, görmeyen.
bîçâre: çaresiz.
bîdâr: uyanık
bider: tohum.
bi-gane: kayıtsız, alakasız, dünya ile ilgisini kesmiş olanlar.
bigüman: umutsuz, bilgisiz.
bî-hayâ: hayasız.
bi-huş: akılsız.
bî karar: kararsız.
bi mekan: evsiz, mekansız, yersiz, yurtsuz.
bi-vefa: vefasız.
bihter: daha iyi, çok iyi, en iyi.
bile: birlikte, beraber.
bilece: birlikte.
bilekçe: kolbağı, kelepçe.
billah: Tanrı adına içilen ant.
bili: bilgi, ilim.
bilişmek: tanışmak.
bimâr: hasta, sayrı.
bînihayet: sonsuzluk.
birim birim: birer birer.
birke: büyük havuz, gölcük
biryân, büryân: kebap, kızartma.
bişe: meşe, orman.
biti : mektup, kitab, amel defteri.
bizâr: bezmiş, usanmış.
bizzazure: zaruri olarak.
bor: çukur yer, delik deşik, çorak, ekilmemiş tarla.
boran: rüzgârla karışık kar.
boyağ: boya.
boymul: boynu siyah koyun.
boyun tutmak: baş eğmek, kabullenmek, söz dinlemek.
bozötergi: tarlakuşu,
börk: kürk ve keçeden yapılma başlık.
buhağ : çene altı, sakal.
bûd ü vucûd: varlık, yaratılış, var olma.
buhl: pintilik, cimrilik.
bun: sıkıntı, bunalım
Burak: Peygamberin Mirac'a çıkarken bindiği at.
burak: girdap, anafor.
burcu: güzel.
burçak: baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi. Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.
burdbâr, burdubâr: tahammüllü, yumuşak huylu.
burma: bilezik.
bus etmek: öpmek.
buse: öpüş.
bûy: koku.
büftan: iftira
büke: çevresi ormanlık yüksek ve çıplak tepe
bülbül teki: bülbül gibi.
bülend: yüksek.
bünyâd: kurma, yapma, temel.
bünyan: yapı, bina.
bürünüptür: bürünmüştür.
büryan: yanmış.

C



cad: darı ekmeği.
câh: yer, mevki.
cahallığ: gençlik çağı.
caht: bile bile inkar etme.
Calinos: Eski Yunan'da yaşamış, Bergamalı hekim.
can: ruh, yaşam.
canal: canan, sevgili.
canan: gönülden sevilen, gönül verilmiş olan kadın.
cânib: yön, yan, taraf
cansız at: tabut, salaca.
câr: çağrı, yardım, imdat.
cayız: caiz, olabilir, yakışık alan.
cazu: 1. Cadı, oyunbaz. 2. Çok güzel.
cebbar: zorlayan, güçlü.
cecim, cicim: örtü ya da perde olarak kullanılan ince kilim.
cefa: büyük sıkıntı, üzgü.
cehl: cahillik, ilimden mahrum olmak, tecrübesizlik.
celâl: kızgınlık, kızma
cellat amanı: ölüm cezasına çarptırılmışlara, ölüm yargısının uygulanmasından önce, son isteği için tanınan süre.
cem olmak: toplanmak.
cemâl, camal: yüz güzelliği.
Cercis: Peygamber, yetmiş kere öldürülüp dirildiğine inanıldığı için şiirde bu yanı ile anılır.
ceren, ceran: ceylan
cevahir: cevherler, mücevherler.
cevr: eziyet, zulüm.
cevşen: zırh
cezire: ada
cıda: mızrak, kargı.
cığ: turnanın ötüşü
cığa: yeşil.
cığalı koşma: cinaslı koşma, sorguculu koşma.
cılga: ince yol.
cırnak: tırnak.
cidar: duvar.
cinas: Çok anlamlı bir sözcüğün, her kezinde başka bir anlamını öngörerek yapılan bir söz oyunu sanatı. Değişik cinas biçimleri vardır; tam cinas, birleşik cinas, benzeşmeli cinas, farklı cinas, basit cinas, eksik cinas... Eski Edebiyat'ın bu yaygın söz oyunu sanatından Halk Edebiyatı da nasiplenmiştir. Özellikle manilerde cinasa çok rastlanır.
civan: genç, genç ve yakışıklı olan.
cönk: mecmua, dergi, gemi, yük.
cura: küçük telli saz.
cur'a: yudum.
cuş eylemek: coşmak, kaynamak.
cücük: civciv.
cüda: ayrı, ırak.
cümle: hep, bütün, tüm.
cündî: atlı, mahir binici.
cünûn: delilik, çılgınlık.
cünunluk: coşkunluk, akılsızlık, delilik.
cür'a: yudum, içildikten sonra kadehin dibinde kalan tortu.
cürm: suç.
cüst-ü cû: aramak
cüz'iyyat: değersiz, küçük parçalar

Ç



çağa: çocuk
çağrışmak: bir ağızdan bağırmak, yaygara etmek.
çâh, çeh: kuyu, çukur.
çâk: yarık, yırtık, yırtmaç.
çakır dikeni: yuvarlak meyveli bir çeşit diken.
çal: ala renk.
Çalap: Tanrı
çalhanmah: çalkanmak.
çalınmak: vurulmak.
çallı çapraz: çapraz çizgili bir şal deseni.
çalma: 1.Başa sarık gibi bağlanan düz ya da işlemeli kumaş. 2.Çember de denilen baş örtüsü, çetme.
çalmak: doğmak, vurmak, atmak.
çapraz: eğik olarak birbiriyle kesişen.
çar: dört.
çar anasır: dört unsur, dört temel unsur; toprak, su, hava, güneş.
çarh: gök
çarha vurmak: çarkta bilemek.
çarkacı: ordunun öncüleri.
çatılı: bağlı, kurulu.
çenber: yama, yemeni, baş örtüsü.
çerağ, çırağ: çıra, mum, ışık.
çeri: asker
çerp: yağlı
çerviş: yemekteki yağ.
çeşm: göz.
çeşmek: düğüm çözmek.
çeşte: altı telli bir saz, müzik aleti.
çevgân: ucu topuzlu, eğri bir değnek. küçük bir topla oynalınan bir oyunda topu çelmek için kullanılan ucu eğri sopa.
çevre: sırma işlemeli baş örtüsü, mendil.
çeyman: kıl ya da yünden dokunma yamçı, kepenek.
çezilmek: çözülmek.
çezmek: çözmek.
çığa: gelinlerin başlarına konan parlak süslü tel.
çığalamak: çarçaflanmak, süslenmek, taşlanmak, cilalanmak.
çığrışmak: bağrışmak.
çılbak: çıplak
çınılamak: çınlamak.
çırağ, çırak, çerağ: ışık, mum, kandil
çırnak: yırtıcı kuşların pençesi.
çiğin: omuz.
çirk: çirkef, pis, iğrenç su.
çimmek: yıkanmak.
çit: başörtüsü, yemeni.
çitinmek: birbirine sürünmek.
çiyn: omuz.
çizmek: çözmek.
çizginmek: dönüp dolaşmak.
çöksü: üste konan şey, çivi
çöpür: yünün tarandıktan sonra kalan kaba kötü kısmı.
çövmen: yemiş toplamakta kullanılan ucu çatallı değnek.
çukal: zırh
çukallu: zırhlı, zırhlar giyinmiş.
çul: kıldan yapılmış kaba dokuma.
çulha: bez dokuyan
çün: çünkü, madem, mademki
çüt: çift.
çüter çüter: çifter çifter.

E



eazi: aziz, izzetli, yüksek.
ebrişim: kalınca bükülmüş ipek, iplik, saç, ibrişim.
ebrû: kaş
ecel kuşu: ölüm.
edâ: çalım, işve, naz. 2- bizim, durum.
edb: su gibi akıp giden güzel söz.
edicek: edince.
edik: çedik, çizme, çocukların giydiği ufak pabuç.
ednâ: en aşağı, basit, değersiz.
ef'âl: işler, ameller.
efgan: acı ile bağırıp çağırma, feryat, figan
efil: yavaş.
efkâr: kederli düşünce.
eflâk: felekler, gökler, yıldızlar.
efsun: sihir, büyü.
eğin: omuz, sırt.
eğlim: kıvrım.
eğn: üst, boyun, arka, sırt.
eğnine: üstüne.
eğva: azdırma, baştan çıkarma.
Ehl-i beyt: Hane halkı, Hz. Muhammet'in ailesi. Hz. Muhammet, Hz Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin.
ehlidil: gönül eri, sevecen.
ejderha : büyük canavar. büyük yılan.
ekber: büyük.
ekdam: gayret ve sebatla çalışma.
el aman: bozgun ve sızlanma anlatır.
Elest Bezmi: Tanrı kulları yaratınca onlara, "ben sizin Tanrınız değil miyim?" diye sorar. Elest'in lugat anlamı "değil miyim?"dir. Bu sorunun sorulduğuna inanılan meclise Elest Bezmi denir.
elif: Arap alfabesinin ilk harfi. İnanılır ki, öteki harflerin hepsi elifi yapan noktanın çeşitli bükülmelerinden ortaya çıkmıştır. Elif böylece, her bilginin kaynağı, her işin başı sayılmıştır. Uzun ve ince olması nedeniyle Divan şairlerimiz sevgililerinin boyunu elife benzetmişlerdir.
elifterezisi: uzun ve hafif yay biçimi.
elvan: renk.
em: ilaç, çare.
emcek: meme
eme: hala
emlek: emen.
emlik kuzu: süt kuzusu, süt emme çağındaki kuzu.
emmare: emreden, zorlayan, cebreden.
emmi: amca.
Emirler: Mersin yöresinde bir köy.
emr ü nem: Tanrı buyruğuna uymak, balçık içine uzanıp kalmak.
emr ü nefy: emirler ve yasaklar.
emval: mallar
enden: ondan, işaretten.
Enel-Hakk: Ben Tanrı'yım, Ben Allah'ım. Tasavvufun en yüksek derecesine varan Sufi kendini Tanrı ile bir olmuş saydığı için ben Tanrı'yım diyebilmektedir. Hallac-ı Mansur bunu söylediği için 922'de Bağdat'ta asılmıştır.
engel: düşman, rakip
engûr: üzüm
enik: kedi ve köpek yavrusu.
epsem: dilsiz, konuşmayan.
er: erkek, yiğit, derviş, tarikat yolcusu
erbi: püsküllü saç bağı.
erdemli, ördemli: elinden iş gelen, becerikli.
erdi: geldi.
ergeç: dört yaşında keçi.
erkan: esaslar, destekler , direkler, reisler, önemli kişiler.
erte: yarınki, gelecek gün.
erte namazı: ertelenmiş, kılınmamış namaz, kazaya bırakılan namaz.
erbi: püsküllü saç bağı
ervâh: ruhlar, canlar, yaşamın cevherleri
Erzayıl: Azrail.
eshab: sahipler, malik ve mutasarrıf olanlar, Peygamber'i görmek ve sohbetine katılmak şerefine erişenler.
eskin: süratli
esma: ismin çoğulu, isimler.
esr: yüzyıl.
esrik, esrük: sarhoş
esrimek, esrümek: sarhoş olmak.
essah: doğru.
eşg: aşk.
eşkâl: bçimler, şekiller.
eşkere: meydanda, ortada, aşikâr.
eşkin: atlarda makbül bir yürüyüş
etba: uşaklar, hizmetçiler
evvel bahar: ilkbahar.
eydür: söyler, der, der ki.
eyitmek: söylemek, demek.
eytam: yetimler.
eyvallah: her şeye razı olmak.
eyvan: saray, köşk
eyyâm: günler.
eyyam-ı devlet: mutlu günler.
ezel: başlangıcı bilinmeyen zaman.
ezel ebed: başı ve sonu bilinmeyen zaman.
Ezrayıl: Azrail

F



fahr: övünme, övünç
fak: tuzak
fakı: fakıh, İslâm hukuk bilimi.
fakih: İslâm hukuk âlimi
fakr: yoksulluk, eksiklik
fâni: ölümlü.
farı: yüce.
farımak: yaşlanmak, ihtiyarlamak, yorulmak.
fari, fâriğ: vazgeçmiş.
fâriza: farz olan, yapılması Kuran'la emredilen.
farz: 1.Müslümanlıkta özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan Tanrı buyruğu. 2.Doğru sonuca varmak için yapılması zorunlu olan.
fasık: günahkar, Hak yolundan hariç olan. Allah'ın emirlerine karşı zıt hareket eden. Büyük günah işleyen ya da küçük günahlarda ısrar eden kimse.
fâş: duyurma, açığa vurma, yayma.
fâş etmek: açıklamak
fazl: lütuf.
fehm: anlama, anlayış, izan.
fel: İş, tutum, davranış, oyunbozanlık, dek, desise.
felek: talih
fem: ağız
fena: yok olma, yokluk, geçiş gitme. Tasavvufta maddi varlıktan sıyrılıp Hakk'a ulaşma.
fena mülkü: geçici dünya, kendi varlığından geçme.
fent: hile, düzen.
fenâ: yokluk.
fer: güç, ışık.
ferace: kadınlar için bol ve uzun üst giysisi. Başörtü.
feragat: vazgeçmek.
ferağ: gözyaşı.
ferec- fereci: sevinç, neşe, ferahlık anlamına Arapça bir söz. Eskiden din adamlarının giydiği, ferah, geniş bir elbiseye fereci denirdi. Ferace bundan gelmiştir.
ferdâ: yarın, gelecek zaman.
ferık: bölüm, takım
Feridun: İran mitolojisinde Zalim Cemşid'in yerine tahta çıkarak hükümdar olur. Aslı Hint-İran Tanrılarından gelmedir.
ferişte: melek, günahsız suçsuz kimse
ferman : emir. tebliğ.
ferraş: döşeyen, döşemeci,hizmetçi, Kâbe'yi süpüren.
fetalına: övgü.
Fe-tebarekallah: Ne kadar bereketli, ne kadar güzel anlamında şaşma bildirir. Allah övmüşte yaratmış anlamında bir söz.
fetva: şeriat üzerine bir konuda miftünün verdiği yargı.
feyl: düşünce, zihniyet.
fırka: parti, grup.
fısk: Hak yolundan ayrılma, isyan etme, günah, suç.
fidanrıar: fidanlar.
figan: acıyla bağırma, inleme.
fikr: düşünce.
fikret: düşünmek
fil: satranç oyununda çapraz hareket eden iki taşın adı.
filhâl : (Fi-l-hâl) Şimdi, hemen. * Bu halde. * Hadd-i zâtında.
firağ: ayrılık, ayrılık acısı, firak.
firak: hasret, özlem, ayrılık, sıkıntı
firdevs: cennette altıncı bahçe, sekiz cennetten biri.
firez: ekin, yeni çıkmaya başlamış ekin.
firkat: ayrılık
fitne: bela, sıkıntı, ara bozma, karışıklık çıkarma.
fizâh: yüksek sesle ağlama
fodul, fodulluk: sıradan, töreden dışarı iş yapan, söz söyleyen ham kişi, münasebetsiz.
Furkan: 1- Kur'an. 2- İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı, hak ile batılı ayıran kanıt. 3- İyiyle kötü ve doğruyla yanlış arasındaki farkı gösteren her şey.
fuzul : fazla şey, lüzumsuz söz.
füruş: satan, satıcı
fülfül: karabiber
Fürkan: Kur'an, doğruyla eğriyi gösteren.

G



gaddar: zulmeden, kıycı.
gaf: gaflet hali.
Gaffar- üz- zünûb: günahları bağışlayıcı, Tanrı.
gafil: habersiz, dikkatsiz.
gaflet: dalgınlık, aymazlık.
gafur: gayretli, çok çalışkan. (Allah'ın adlarından biridir.)
gah: ara sıra, yer.
galmagal: kavga, çekişme.
gam-ı hicr: ayrılık derdi.
gammaz: yalan haber getirip götüren kötü kişi.
gamze: yanak çukuru.
Ganî: Tanrı, zengin, varlıklı.
gapuvan: kapına.
garbî: batıdan esen yel
garet: yağma, talan, çapul.
garez: düşmanlık.
gargış: beddua, ilenç.
gark: boğulma
gasavat: kasavet, tasa, kaygı.
gavvas: dalgıç
gâyet: son.
gayıtmak: dönmek, geri dönmek.
gazal: ceylan, âhu.
gazel: sararmış yaprak, kurumuş yaprak.
gedâ: dilenci
gede: yoksul.
gedik: birkaç dönümlük arazi.
geh, gâh: bazı.
gele gör: gel de gör.
gelüğün: gelin
gemgin: gamlı, üzüntülü.
gen: geniş
genc: hazine.
Gence: Azerbaycan'da, Kuzey Kafkasya Dağları eteğinde bir yerleşim birimi. Rusça adı Kirovabad ya da Elisavetpol olan şehir. Leyla ile Mecnun, Husrev ile Şirin gibi halk öykülerini ilk kez mesnevi tarzında yazan büyük ozan Genceli Nizami'nin doğduğu yer.
genc-i nihan: gizli hazine.
ger: eğer, şayet
gerdûn: kâinat, evren.
gergef: üzerine nakış işlemek için kumaşın ya da bezin gerildiği çerçeve, germe çerçevesi.
geşimek: geviş getirmek.
geşt etmek: gezmek, dolaşmak, seyretmek.
gevher: elmas, değerli taş.
Geyikli Hasan: On dördüncü yüzyılda yaşamış, Bursa'nın Osmanlılarca ele geçirilmesine katılmış, Baba İlyas dervişlerinden bir Sufi. Geyiklerle gezip arkadaşlık ettiği için bu adı almış.
gıl: düşmanlık, balçık.
gılman: cennetekilere hizmet eden yakışıklı delikanlı.
gış: kış.
gıya bakmak: alıcı gözle bakmak. 2- yan bakmak.
gıybet: dedikodu
gız: kız.
gidi: deyyus, pezevenk.
girersevüz: eğer girersek.
giriban: yaka.
giriftar: esir, tutsak, yakalanmış
giriv: bağırma, çığlık.
giriv ü zemzeme: bağırıp çağırma.
giryân: kederli, üzgün, ağlayan.
gizlenbeç: saklanbaç.
gor: mezar, kabir, sin.
gora: koruk, üzüm.
gorhana: anıt mezar, türbe.
goşa: çift, iki.
govun: kavun.
goynuvan: koynuna.
göbelek: mantar.
gögerçin: güvercin.
göğçek: güzel
göğnek, gönlek: gömlek
gönen: nem.
gönenmek: mesut olmak
gönül düşürmek: âşık olmak.
görüben: görerek, görürüm
gövce maş: yeşil mercimek.
gövel: gök mavisi
göy: gök, gökyüzü.
göymek: yanmak, yanacak hale gelmek.
göynü: yanık.
göynümek: yanmak. göymek.
göyne göyne: yana yana.
göz göz olmak: delik deşik olmak, çok acı çekmek.
gözgün, gözüngü: ayna.
gulgule: çığlık, gürültü, patırtı.
gûlam: sakalı bıyığı çıkmamış delikanlı, genç, tutsak, köle
gurap: karga.
gûş: işitme, dinleme
gussa: tasa, sıkıntı, üzüntü.
güftar: konuşma, söz, lakırtı
güçücek: küçücük.
güher, gevher: inci, mücevher.
gülbang, gülbenk: Çeşitli Tasavvuf törenlerinde yüksek sesle okunan dua. Alevi törenlerine gülbank çekmek olarak girmiştir.
gülreği tutmak: güleceği gelmek.
gülşen: gül bahçesi.
güman: şüphe, kuşku
gümrah: sapık, yolunu kaybetmiş.
güne: güneş alan yer, güneşli yer.
günelmek, gönülmek: yönelmek, teveccüh etmek.
günevi: güneşin doğduğu yer, doğu yönü.
günlük: tütsü için kullanılan bir çeşit ağaç sakızı.
günü yetmek: günü, zamanı gelmek.
günüz: gündüz.
gürk, gurk: kuluçka.
güruh u Naci: kurtulmuş topluluk.
gürülenmek: artar biçimde alazlanarak yanmak, harlanmak.
güvah: şahit, delil, tanık.
güz: sonbahar.
güzaf: boş, asılsız söz, yalan söz.
güzar: dolaşma, gezinti.
güzer eylemek: geçmek.
güzide: seçilmiş, seçkin.

H



hab: gizli, saklı.
hâb: uyku, ölüm, düş.
Hâbil: Hz. Âdem'in oğularından biri.
hacer: taş
hâcet: ihtiyaç, dilek, istek.
hacil düşürme: utandırma.
hadi: hidayete ermiş, mürşit.
hadini, hadi imdi: acele et, harekete geç.
hafâ: gizli yer.
hafid: torun.
hâk: toprak.
hak kalemi: alın yazısı, talih.
Hak kapısı: Tanrı yolu.
hak ı yeksan: yerle bir olmak.
hakayık: hakikatler.
Hakk'ın cemâli: Tanrı'nın güzelliği.
hakık, hakik: akik, değerli bir taş türü.
hâlâl: nikâhlı kadın.
halas: kurtulma, kurtuluş.
halayık: yaratılmışlar, kullar, hizmetçi.
halfet: yalnızlık, dervişlerin tapınma için tek başlarına bir yere kapanmaları, alvet.
hali: tenha, boş, sahipsiz yer, kayıtsız, uzak.
halife: birinin yerine geçen.
Hâlik: Yaradan, Tanrı, Allah
halim: yumuşak huy.
Hallâc-ı Mansûr: "Ben Tanrı'yım" (Enel - Hakk) dediği için 10. yüzyılda Bağdat'ta asılan Sufi.
halvet: yalnızlık, tenha yer, tenhaya çekilme.
ham: terbiye görmemiş kişi, çiğ.
Hama: Suriye'de, Asi Irmağı kıyısında kurulu, dokumalarıyla ünlü şehir.
Hama kuşağı: Hama şehrinde dokunan bir cins kuşak.
hamakat: ahmaklık, anlayışsızlık.
hamaret: kızıllık.
hamayıl: hamail, muska, tılsım, bağ.
hamaylı: boyuna asılan muska, kılıç bağı.
hâmil: yüklenen, gebe, hamile.
hamir: şarap, alkollü içkiler.
hamr: aşk şarabı.
Hamza: Arap savaşçısı. Abdülmuttalib'in oğlu ve Hz.Muhammed'in amcası. Ölümü: Uhud Savaşı, 625.
hân: sofra
han döşemek: sofra döşemek, yemek sunmak.
handan: gülen, şen, sevinçli.
hâne: ev, gönül.
hanedan: konuksever, vergili, belli ve büyük soydan gelen kimse.
hannar: hanlar.
Hannas: Şeytan.
hânumân: mal, mülk, ev bark.
har: eşek.
hâr: diken.
harâbât: meyhane, harabeler, viraneler, yıkıntılar.
harâmi: haram yiyen, yol kesen, hırsız.
haramzade: anası babası belli olmayan, piç.
harc: vergi, bir iş için kullanılan madde, bir işe sarfedilen emek, sarf.
harcı: çaba.
hared : hışım etmek, men etmek, engel olmak, yasaklamak.
harı: atın hızlı koşması, şaha kalkması.
harif: iş ehli, iş sahibi.
harir: ipek.
harir don: ipekten yapılmış elbise.
hark: su yolu.
Harut Marut: İnsanları kötü yola çekmek için dünyaya gönderilen iki melek.
hasbal, hasbihal: konuşma, durumunu anlatma.
has: iyi, güzel, en güzel.
hasbeten lillah: Allah rızası için.
haset: kıskançlık.
hasir: donuklaşmış.
haşa: asla, kesinlikle, hiçbir zaman.
haşimi: yüzdeki benlere biçimlerine göre verilen bir ad.
haşr: kıyamet günü.
haşri neşir: kıyamet.
hat: kaş, saç, kirpik.
hatar: tehlike.
hatem: çok cömert, mühür, üstü mühürlü yüzük, Arap kabileleri arasında tanınmış ''Tayyi'' kabilesine mensup ve cömertliği ile tanınmış ''İbnü Abd-illah Bin Sad'ın lakabı.
hâtif: yitikler evreninden haber veren melek.
havar: bağırtı, yardım dileme.
havf: korku.
hayf: haksızlık, zulüm, yazık ki, heyhat, vah.
hazan: güz, sonbahar.
hazer: sakınma, korunma.
hece: mezar taşı
hecin, hecin: hörgüçlü deve.
hecr-i gam: ayrılık acısı.
hedeng: ok.
hem-dem: asla, hiçbir zaman.
helekleme: yok etme, helak etme.
helise: buğdaydan yapılan bir yemek.
hemene: çabucak.
hemişe: her zaman.
hemmi: bütün, hepsi.
hemrâh: yol arkadaşı, aynı yolu tutan.
hemrâz: sırdaş.
hercai: 1.Hiçbir şeyde kararlı olmayan kimse, gelgeç, yeltek. 2.Aşkta değişken.
hergiz: asla.
herk: anıza bırakma.
hevâset: nefse uyarak yapılan şeyler, kötülük.
hevik: yazık.
hevl: korku.
hezâr: bin.
hezar-destan: bülbül.
hezaran: yaprakları dere otuna benzer bir çiçek cinsi.
hıfzet: saklamak, aklında tutmak.
hırâm: nazlı, edalı, salına salına gidiş.
hışmeylemek: kızmak.
hırızma: burna takılan halka, azgın hayvanların ağzına geçirilen demir, gem.
hıyaban: iki tarafı ağaçlık, geniş yol. Bulvar.
hıyan: hain.

Hızır-İlyas: Hızır ve İlyas Peygamberler. Hızır ile İlyas'ın aynı ulu kişi oluğuna inanıldığı gibi, Hızır ile İlyas'ı kardeş sayan halk inanışları da vardır. İnanışa göre İlyas yağmura egemendir. İlyas'ın peygamberliği Kur'an'da anılır. Hızır da Kur'an'da geçer. Halk inancına göre Hızır ölümsüzlüğe ''Bengisu''yu (Abıhayat) içerek kavuşmuştur. Hakk katından aşıklık bağışlananlara aşk badesini sunanlardan başlıcasıdır. Hızır inancını Gılgamış desdanına bağlayan görüşler de vardır. Hızır, darda kalanlara yardım edicidir. ''Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.'' Halk takviminde yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs (Hıdrellez (Hızır/Hıdır İlyaz) günü, Hızır ile İlyas'ın kavuştukları gün sayılır. İnanca göre Hızır'ın atı ''Bozat'' dır. Tüm Doğu Anadolu'da Hızır, ''Bozatlı Hızır'' olarak anılır.

hicap: perde, örtü, utanma.
hicin, hecin: koşu için kulanılan yük taşımayan hörgüçlü güçlü deve.
hicr, hicran: ayrılık.
Hicret: Memleketten memlekete göç, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi ki İslam takviminde tarih başı sayılır.
hidayet: olgunluk, doğru yolu bulmak.
hilaf: yanlış, eksikli.
hil'at: süslü giysi.
himmet: yardım, destek, çaba.
hired: akıl, us.
hod: kendi, bizzat.
hon, han: sofra.
hor: değersiz, aşağı.
hoyrat: rakip, düşman, kaba adam.
hörü: huri.
höşmerim: peynirle yapılan bir tatlı.
höyük: tepe.
hu: ünleme, selam.
hûb: güzel.
hubbül vatan : vatan, sıla sevgisi.
huccac: hacılar.
huddam: hademeler, görevliler, hizmetçiler.
hulk: huy, ahlâk.
hulle, hülle: cennet elbisesi
hulle donu: cennette hurilerin giyeceği elbise.
hûmar: içkinin verdiği sersemlik, baş ağrısı.
hun: kan, kanlı.
hûni: kan dökücü.
hünkâr: Padşah, hükümdar, sultan.
hûr, hûri: cennet kızı, güzel kız.
hurç: heybe.
huri: cennette yaşadığına inanılan kızlara verilen ad, genç ve çok güzel kadın.
hurrem: sevinçli.
hübb ül vatan: vatan sevgisi.
hüccet: kanıt, delil, ispat için kullanılan yazılı belge.
Hüdâ: Tanrı, Allah
hükm-i sultan: sultan emri.
hüma: güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatlı, üzerinden gcçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan kuş [Huma kuşu], devlet kuşu.
hüsn, hüsün: güzellik.
hüzn: üzüntü, tasa, üzünç.

I




ığranmak, ırganmak: sallanmak.
ıldız : yıldız
ılgar: verilmiş söz, ant.
ılgın, ılgıt: yavaş.
ıkrar: söylemek, inancını sözle söylemek.
ılkım: uzaktan titreyerek gelen ses, karların eriyip akması.
ırağ: ırak, uzak.
ırak: ırak, uzak.
ıramak: uzamak, uzaklaşmak.
ıralamak: uzaklaştırmak
ıras gelmek: rastlamak.
ırgalamak: yerinden oynatmak, sallamak, sarsmak.
ırılmak: ayrılmak, uzaklaşmak, yorulmak.
ırk-ı tahir: ırkı temiz.
ırlamak: türkü söylemek.
ırma: uzaklaştırma, kaybetme.
ırmak, ırılmak: ayrılmak, dağılmak, uzaklaşmak.
ıs: sahip. "bostan ıssı: bostan sahibi."
ıssı: sıcak.
ışılamak: parlamak.
ışk: aşk.
ıvaz, ivaz: karşılık, taviz.
ıyan(ayan): açık, belli.

İ



ibadet: Tanrı buyruklarını yerine getirme, Tanrı'ya yönelik saygı davranışı, tapmma, kült.
iblis: şeytan.
ibtida: önce, ilk önce, başlangıç.
ibrim ibrim: dalga dalga ibrişimli, gelinin başına takılan ipek tel.
icazet: izin, onay.
içre: içinde, içeri.
içün: için.
ider: edr, yapar.
iflah: onma, zor durumdan kurtulma, iyi duruma gelme.
iflâh olmak: kurtulmak.
iftihar: öğünme.
igit: yiğit, erkişi.
iğen : pek, çok.
iğenli: güzel kokulu.
iğva: hırslandırma, kışkırtma.
ihlâs: özlü, gönülden davranma, içtenlik, temiz yüreklilik, Tanrı'nın birliğini belirtme.
ihsân: bağış.
ihtisap, muhtesip: belediye başkanının görevi, belediyeye verilen vergi.
ihvan: candan bağlı arkadaş, dost, tarikat arkadaşları.
ikab: azap, eziyet.
ikdam: gayret ve sebatla devamlı çalışma.
iki cihan: dünya ve ahiret.
ikicilik: kararsız.
ikrâr: saklamadan söyleme, açığa vurma, tarikata girdiğini dil ile söyleme.
ilâyık: lâyık, yaraşır.
ilen (inen): ile.
ilgar: verilmiş söz, ant, ılgar.
ilm-i ledün: Tanrı sırlarından ve Tanrı niteliklerinden söz eden bilim.
iltirmek: götürmek.
imâret : emirlik, beylik. 2- yapı, mamur yer.
imdi: şimdi, buna göre, bu durumda, artık.
imhal: zaman vermek
İmran: Musa peygamberin babası, Kur'an'ı Kerim'in üçüncü suresi.
inam: inanılmış, güvenilmiş, emin.
inâyet: iyilik, lütuf, çaba.
ingin: alçak yer
inleyüben: inleyerek.
inil inil: iniltili
inli: dertli, ağıtlı, yaslı
ins ü can: insanlar ve cinler.
ins ü cin: insan ve cinler.
intiha: son, nihayet, eğitme.
intizar: beddua. 2- bekleme, beklenilme, gözleme.
ireng: renk
ireyhan, reyhan: fesleğen.
irfân: bilgi, biliş, buluş, anlayış. Tanrı'nın sırlarını ve gerçeklerini kavrama.
irmez: ermez, kavuşmaz, ulaşmaz.
irşat(irşad): uyarma, aydınlatma, doğru yola götürme, tarikat yolunu gösterme.
irte: erte.
irtikâp: bir kötülük işleme, yiyicilik, rüşvet yeme.
iskâncı: yerleştirici, konukçu.
issi: sahip.
ispir: şahinden sonra avcı kuşların en mahiri.
istifsar etme: ifade etme, sorma, sorup anlama.
istiğfar: Tanrı'dan günahların bağışlanmasını dilemek.
işve: kadınların hoş aldatıcı tavırları, naz, cilve.
itgin: yitik, yitkin.
ittifak: birleşme.
ivaz: bedel, karşılık, karşılık olarak verilen şey.
ive: acele.
ivmek: acele etmek.
izik: ten
izz: üstünlük, yücelik.
izzet: yücelik, ululuk, değerlilik, saygı, ikram, güç, kuvvet.

K



kaba(kebe): elbise, giysi.
kabal: ortaklaşa ya da ücretle başkasının tarlasında çalışma.
Kâbil: Hz. Âdem'in oğullarından biri.
kabz: sıkıntı.
kaçan: nasıl, ne vakit.
kad, kadd : boy, pos.
kada: kaza, bela
kadem: ayak, hayır, uğur.
kadı: şeriat hükümlerine göre hüküm veren kişi, hâkim.
kadim: önsüz, ezeli, sonu olmayan.
kadr: kıymet, değer.
Kaf : Bir masal dağı adı.
kaftan: çoğu ipekli, uzun, süslü üst giysi.
kâhan: tarla.
kâhil: tembel.
kahr: kahır, dert.
kail: razı.
kakımak: kızmak, öfkelenmek.
kal: söz.
kalan: şimdiden sonra, artık, gayri.
kallemiş: güzel bir koku.
kalmaç: geveze.
kaltak: kuskunsuz eyer.
kâm: istenen, beklenen şey.
kamalak: çam cinsinden bir ağaç.
kamer: ay.
kamet: namaza başlama işareti, namaz kılmak için okunan ezan. Boy, boy-pos, endam.
kâmil: bilgili olgun kişi.
kamu: hep, bütün.
kan: maden ocağı, kaynak, memba.
kanara: kesimevi, mezbaha.
Kanber: Hz. Ali'nin kölesi.
kançeri, kancaru: nereye.
kand: şeker.
kanda: nerde, nerede.
kandan: nerden, nereden.
kande: nerde, nerede.
kangı: hangi, hangisi, kim.
kanı: hani, nerede
kanlı: katil.
karahal: kara benekli bir av kuşu.
karangu: karanlık.
karak: bakış, hayal, gözbebeği.
karakuş: kartal türünden yırtıcı kuş.
karal: karar, dayanç, dayanma gücü.
karavaş: kul, köle.
karavul: karakol.
kara yer: mezar, sin, gömüt.
kargış: lanet, telin, beddua, ilenç, alkış karşıtı.
karı: yaşlı, ihtiyar.
karımak: yaşlanmak, ihtiyarlamak.
kasar: üşenme, tembellik etme. Boğazı tutup nefes aldırmayan bir zahmet. Çeker. Sıkar.
kastal: çeşme, cami çeşmesi, sokak çeşmesi, çağlayan, ırmak
kâşâne: köşk, konak.
kat: ön, huzur.
katakulli: dalavere
katre: damla.
kavi: sağlam.
kavil: söz.
kavl: söz verme, sözleşme.
kavum: kavim, hısım, akraba.
kavşurmak: kavuşturmak.kayd, kayıd: bağ.
kavvas: oklu asker, bekçi, kapıcı.
kaydın yemek: derdini çekmek, üzülmek.
kayıkmak: sapmak, dönmek.
kayım (kaim): sebat eden, ayak direyen.
kayil: inanç
kayıkmak: sapmak, dönmek.
kayırmak : kayımak. korkup-gam yemek.
kayıtmak: geri dönmek.
kaykımak, kayıkmak: geri dönmek, meyletmek, temayül göstermek.
ked: boy.
kedilmek: eksilmek, gedik açılmak.
kefaret: günahtan kurtulmak için verilen şeyler.
keffaret : karşılık
kek: dilek, arzu, istek.
keksiz: çekinmeden.
kelam: söz.
keleci: söz.
kelb: köpek.
kelemek: gagalayıp yemek, gagalamak.
keleş: güzel, yakışıklı, yiğit, cesur, mert.
Kelimullah: Tanrı buyruğu, Kur'an.
kelli: artık, bundan sonra, gayri.
kem: kötü, uğursuz.
kemha: bir çeşit kumaş.
kemal: olgunluk.
kemdamarlar: kötü huylar.
kemin: pusu.
kemine: aşağılık, kötü, kusurlu, eksikli.
kemlik: kötülük.
kemter: değersiz, aşağılık.
Kenan: Kenan Ülkesi. (Adanmış Ülke. Dinsel kaynaklara göre Hz. Yusuf'un ülkesi. Batıda Akdeniz, doğuda Şeris ırmağıyla sınırlıydı. Filistin ve Fenike'yi içine alırdı. Kenanlılar ülkeye İ.Ö. 9000'e doğru yerleşmiş Samiler idi. Mısır'dan çıkan İsrailliler İ.Ö.1200'e doğru Kenan ülkesini ele geçirdiler. İncil'e göre Tanrı bu toprakları İsrailliler'e adamıştır. Kenan ülkesi halk anlatılarında çoğunlukla Yusuf'la birlikte geçer.
kend'özü: kendisi.
kerem: merhamet, bağışlama, onur, lûtuf, iyilik.
keremkâni: iyi huylu, güzel huylu.
Kerim ü Zülcelal: Cömertlikler ve Ululuklar Sahibi, Tanrı.
kesbeylemek: kazanmak.
kesmik: buğday başaklarıyla karışık saman, harmanda iyi döğülmeyip kabuklarıyla karışmış buğday taneleri.
kesret, kesiret: bolluk, çokluk.
keşik: sıra, nöbet.
keste peste: aşağılık.
kete: bir tür çörek.
ketmek, ketimek: kırpmak, gedik açmak.
kevn: boşlukta yer tutan, var olan.
kevneye: dünya ve ahiret.
key: çok, pek çok.
kezek: nöbet, sıra.
kıblegâh: kıble yeri.
kıcı: dolunun ufağı.
kıl hazer: çekin, sakın.
kıl ile yedilmek: inceden inceye götürülmek, eğitilmek, yetiştirilmek.
kıl ü kal: dedikodu.
kılmak: etmek, eylemek, yapmak.
kırab: tek renk ipek dokuma baş örtüsü.
kırağ: kenar, kıyı. Sahil.
kırcı: küçük taneli yoğun kar.
kırkbudak: Hacı Bektaş ve Balım Sultan tekkelerinde bulunan kırk mumlu şamdan.
Kırklar: Tanrı'nın buyruğu uyarınca evreni yöneten kırk ermiş, Fatma'nın evinde düzenlenen toplantıya katılıp da İmam Ali'den feyz alanlar, elinden üzüm suyu içenler.
Kırk kapı: kırk makam.
Kırmızı taç: Alevi ve Bektaşî inancına göre Hz. Ali'ye gökten gönderilen kırmızı başlık, Hz. Muhammed'in vefatından sonra Hz. Ali bu tacı giymiştir.
kışlamak: bir yerde kışı geçirmek.
kıvı: hücüm, atak, saldırma.
kıyam: ayağa kalkmak, namazda ayakta durmak.
kıyl-ü kal: dedikodu.
kiçi: küçük.
Kihil, kihal: yaşlı, kemâlini bulmuş kimseler, kâmil insanlar. olgunluk çağında bulunanlar.
kil: çamur.
kile: buğday ve arpa ölçeği olarak kullanılan tahtadan yapılmış kap.
kim: ki.
kimsene, kimesne: kimse, kişi.
kiraman katibi: insanların iki tarafında bulunup, sevaplarını ve günahlarını yazan meleklerin adı.
kiriş: ince bağırsaktan yapılan saz teli.
kinaye: düşünülen şeyi dolaylı olarak anlatmak, dokundurmak.
Kiraman katibin: insanların günahını ve sevabını kaydeden melekler.
kisb ü kâr: iş, güç, alışveriş.
ko: bırak.
koca: yaşlı, ihtiyar.
koçağ: koçak, yiğit.
koculmak: kucaklamak.
koçmak, koçuşmak: sarılmak, kucaklamak.
koduk: sıpa.
kofu: evli kadınların başlarına giydikleri üzeri kadifeyle kaplı, altın, gümüş paralarla bezeli tahta başlık. 2. Üstü sargılı, altın, gümüş paralarla bezeli kadın başlığı, fes.
kogıl : bırak, çek.
koğ: dedikodu.
kokuşlu: koku saçan.
kolbağ: bilezik.
kolçak: bilekten dirseğe kadar kola geçirilen iğreti kolluk.
kolmaş: geveze, saçma sapan konuşan.
kolunc: omuz.
konalka: konak, konaklama yeri
kopmak: olmak, sultan koptu; sultan oldu.
kopuz: at kılından telleri olan bir müzik aleti.
korkmazız: korkmayız.
kovmak: koşturmak.
koyak: yüksekten inen suların toplandığı yer, derin olmayan çukur.
koz: ceviz
köçek: küçük, tarikata yeni girmiş genç,törende oynayan delikanlı.
kökçek: güzel.
kömek: yığın, kalak, küme, doğal taş kümesi.
köryapalağ: puhu kuşu, baykuş.
köşek: deve yavrusu.
köynek: gömlek, göynek.
köyünmek: yanmak.
kubar: toz.
kulan: yabani at, iki üç yaşında kısrak.
kunlamak, kulun: yavrulamak, doğurmak.
kutnu: bir cins pamuklu kumaş.
küffar: tanrı tanımazlar.
küfran: iyilik bilmemek, gördüğü iyiliği unutmak, insanlığını unutmak.
küfür: imansızlık.
kühüstan: dağlık yer, dağı çok olan mevki.
külek: yoğurt, ayran koymaya yarar ağaç kova.
külhan: hamamlarda su ısıtmak için ateş yakılan yer.
küllî: hep, bütün, tüm.
kuli'l Hakk: doğruyu söyle, gerçeği söyle.
kümbet: kubbe, damı kubbe biçiminde olan yapı.
Kün: Tanrı'nın evreni yaratırken buyurduğu ''ol'' emri.
künc: köşe, bucak.
küne: köşe, bucak, bodrum.
künh: temel, öz.
kürre: demirci ocağı.
kürtük: donmuş kar birikintisi.
küt: kötürüm.
küş: guş, kulak, duymak, işitmek.
küşat: açış, açılış merasimi, açma, fethetme.

L


lâcerem: şüphesiz, elbette.
laçın, laçin: benekli doğan.
lâl: dilsiz, yakut gibi değerli ve kırmızı taş.
lâin: lânetli, kovulmuş, istenilmeyen.
lâmekân: evsiz, mekânsız, yersiz.
lamyezel: ölümsüz.
lasi: leş.
Lâ taknatû: "Umut kesmeyin" anlamında Kur'anda geçen söz.
lat: Arapların İslam öncesi putlarından biri.
lavaş: yufka ekmek.
leb: dudak.
ledün: Tanrı yanı.
ledünnî: Tanrı bilgisi ve sırlarına ait, Tanrı'yla ilgili.
lefir: bir nevi kıymetli şal.
lengi: topallık, aksaklık.
lenterani: sen beni göremeyeceksin.
leşker: asker.
levh: üstüne yazı yazılan düz taş veya tahta, levha.
levh-kalem: kulun başına gelecek her şeyin Kudret kalemi tarafından, onun doğumundan evvel yazılması. Dünyada olacak her şeyin Kur'an'da yazılmış olması diye yorumlanır.
leyl: gece.
libas: giysi.
lika: yüz.
Lokman Hekim: Efsane kahramanı hekim ve bilge kişi. İslamlık'tan önce yaşadığı kabul edilir. Halk inancında uzun ömrün simgesi ve hekimliğin atası sayılır. Lokman Hekim hikayeleri İran ve Türk Edebiyatı'na Arap Edebiyatı'ndan geçmiştir.

M



maad, mead: dönülen, dönüp gidilecek yer. ahret, dünyadan sonraki yaşam.
mâbut: kendisine ibadet olunan, Tanrı, Allah.
madrabaz: vurguncu, malı saklayıp fiyat yükselince satan kimse.
mağrıp, mağrib: batı
mah: ay.
mahbup: sevilen, sevgili.
mahfi: gizli.
mahfil: oturulacak, görüşülecek toplantı yeri.
mahıtaban: parlayıcı, parlak ay.
mâhi: balık.
mahlas: takma ad, tapşırma.
mahmur: sarhoş.
mahpara: mahpare, ay parçası, ay benzeri.
mahraba: büyük mendil, erkek mendili.
mahrama: mendil.
mail: ehil, meyil.
mail olmak: meyli olmak, ehli olmak.
makber : mezar. kabir.
maksut: maksat, amaç.
malamat: ortaya çıkarma, açıklama.
Mâlik: her şeyin Sahibi, Sahip olan, Tanrı. Cehennemde Zebanilerin başı olan melek
mâmure: imar edilmiş; güzel yapılı, bayındır yer.
mâr: yılan
maral, meral: dişi geyik.
marhama (mahrama): köylü kadınların başlarına örtündükleri bellerine kadar uzanan örtü.
mâsiva: Tanrı'dan başka bütün varlıklar.
maslahat: iş, gerken şey.
masnıt, mesnet: muvazene, denge, dayanak.
maşrık: doğu
mâşuk: sevgili, sevilen kimse.
matlub: alacak, istenilen, aranılan şey.
maya: dişi deve.
mayıl olmak: meyil vermek, sevmek, gönül vermek.
mayil olmak: meyletmek, sevmek, gönül vermek.
mazarrat: zararlar
mazemaz: geçen geçti, olan oldu anlamına gelen sözcük.
mâzıl, mazul: çıkarılmış, azledilmiş.
meâb: dönülüp varılacak yer.
meal: anlam, mana.
mebde: başlangıç, kaynak, kök.
mecâl: güç, kuvvet.
medet: yardım çağrısı.
mekkâr: hileci, düzenci.
mekkâre: hileci, düzenci kadın.
meknun: örtülü, gizli, saklı.
mekr, mekir: hile, düzen
mekrümet: kerem, izzet, şeref.
melâik: melekler.
melâmet: kınamak, ayıplamak.
meles: altı üstü el ile eğrilmiş ve pamuk ipliğinden dokunmuş bez, keten gömlek.
melhem: merhem
melil, melûl: üzgün.
memat: ölüm, ahrete göç etmek.
men: ben.
menal: ele geçirilen, sahip olunan varlık; mal, mülk.
men arefe nefsihu: nefsini bilen Tanrı'yı bilir.
menemşe, menevşe: menekşe.
menend: benzer.
menkûr: inkar olunmuşluk belgesi.
menşûr: ferman.
menzil: mesafe, ulaşılması amaçlanan yer, tasvvufta manevi yolculuk sırasında varılan uğranılan makam ve mertebeler.
merci: dönülüp gelinecek yer.
merdût: kovulmuş, reddedilmiş, sürülmüş.
mergzâr, mergizâr: yeşillik, çayır, çimen.
merek: dam, ahır, kulübe, samanlık.
mesnevi: her beyti ayrı uyaklı -başlı başına uyaklı- bir Divan Edebiyatı koşuk biçimi. Bu türdeki yapıtların genel adı.
mest: sarhoş, kendinden geçmiş, âşık.
mestan: sarhoşlar, mestler.
mestane: sarhoş gibi süzgün.
mestur: örtülmüş.
meşâyih: şeyhler.
meşreb: su içilecek yer, huy, gidiş, neşe.
metâ: mal, eşya, sermaye.
metel: şaşkın.
mevc: dalga.
mevc urmak: dalgalanmak.
Mevlâ: Tanrı, Allah.
mevta, meyyit: ölü.
mevzun: şiir, ölçülü.
meyl: istek, arzu, gönül akması.
mezâhir: Tanrı sıfatlarının belirdiği varlıklar.
mısmıl: iyi, temiz, doğru, dürüst, helal ve temiz hayvan eti.
micik: atılmış, bozuk yiyecek.
micuz, mizac: huy.
miftan: anahtar.
miheng: altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran ayar aleti. Bir insanın kıymetini ahlakını anlamaya yarayan vasıta.
mihman: misafir, konuk.
mihnet: zahmet, eziyet, gam, keder, sıkıntı, bela.
mihr: güneş, taht, saltanat, sevgi, aşk.
mihrican: sonbahar.
milağ: elma, armut, ayva hevengi.
milk, milket: mülk.
minber: camide imamın namaz kıldırmak için önünde oturduğu oyuk yer.
mirimiran: belerbeyi, eyalet valisi.
mirze: soylu, saygın kişi, mirza.
misak: and, yemin.
misk: güzel kokulu bir madde.
misk-ü-amber: çok güzel koku.
miskal: bir ağırlık ölçüsü. Bir buçuk dirhemlik ağırlık ölçüsü. Altın ve diğer değerli madenleri ölçmek için kullanılırdı.
miskin: çok yoksul, tasvvufta varlıktan benlikten geçmiş Tanrı varlığı ile var olmuş kimse.
mişe: orman, çalılık.
mişvar: tavır, hareket, gidiş.
miyan: bel, orta, aralık.
mizan: terazi, ölçü, tartı, akıl, idrak, muhakeme. Mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsü olup hakiki mahiyeti ancak ahrette bilinecektir.
muallak: bir yere dokunmadan havada duran şey.
mufassal: netice, sözün kısası,
mugallit: taklitçi.
muhâl: olanaksız, olması süpheli, zor gerçekleşir.
muhanet: alçak, namert.
muhannes: kötü insan.
muhannet: korkak, alçak, kadın gibi, kalleş.
muhib: seven, sevgi besleyen, dost.
muhkem: sağlam.
muhtasar: özetlenmiş, kısaltılmış.
mukaddem: zaman ve mekan cihetiyle daha evvel olan.
mukadder: kader, kısmet. tayin olunmuş.
mukarrer: kararlaştırılmış.
muntazır: bekleyen, gözleyen.
murg, mürg: kuş.
murtat, mürted: dönek.
musahhar: ele geçirilmiş.
musalla: namaz kılınmak üzere üstüne cenaze konulan taş.
mustağrak: batmış, boğulmuş, dalmış.
muştu: müjde.
muvafık: uygun.
muti: itaat eden, boyun eğen, bağlı.
muy: saç.
muzu: engel.
mübah: işlenmesinde sevap ve günah olmayan şey.
mübâriz: dövüşçü, kavga eden.
mübtelâ, müptelâ: belaya uğramış, bir şeye tutulmuş, düşkün, âşık.
mücrim: suç işleyen, suçlu.
müdam: devam eden, süren, sürekli.
müdbir: talihsiz, düşkün.
müdedbir: tedbirli, tedbir eden.
müddei: iddia eden.
müderris: ders okutan, hoca.
müheyya: hazırlanmış olan.
müjgan: kirpik.
mülevves: kirli, pis, bulaşık, alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan. Karışık, intizamsız.
mülket: saltanat.
münacât: gizlice konuşmak, dua.
münevver: parlak, ışıklı.
münezzeh: arınmış.
Münker, Nekir: Sorgu melekleri.
münkir: inkâr eden, Tanrı'yı inkâr eden.
müptela: bir şeye tutulmuş, düşkün, aşık.
mürai: iki yüzlü, riyakar.
mürde: ölmüş
mürebbi, mürşit: terbiye eden, yetiştiren geliştiren kimse.
mürşit: yol gösteren, irşat eden.
mürüvvet: insanlık, mertlik.
mürver: beyaz çiçek açan bir süs ağacı, bu ağacın çiçeğine verilen ad.
müstağrak: gark olmuş, dalmış, kaldırılmış, batmış, kendini bilmeyecek derecede dalgın, düşünceli.
müşkil: çözümlenmesi güç şey.
müşrik: Alah'a ortak koşan.
mütevelli: bir vakıf malının yönetimiyle görenlendirilen kişi.

N


naciler: kurtulmuşlar, esenlik ve saadete kavuşanlar.
naçar: çaresiz.
nâdan: cahil, gerçek bilgisi olmayan, arif olmayan.
nagam: nağmeler, güzel sesler.
nâgehân: ansızın.
nail: erişme, ulaşma.
nakkaş: süsleme sanatkarı, usta.
nakş: resim.
nale: inilti.
nam: ad, ün, şöhret.
nan: ekmek, yiyecek.
name: mektup.
namlı namlı: öbek öbek, parça parça, bölük bölük.
nar: ateş.
nareste: küçük çocuk, ergenlik çağına varmamış çocuk.
narh: fiyat.
nas: insanlar.
nasuh: bozmamak üzere tövbe eden adam, bu çeşitten tövbe.
naşı: engel, kötü kişi, mezhepten dışarı adam.
naşi: hain, kötü kişi.
nazar: bakış.
nazar eylemek: bakmak.
nazenin: nazlı
necaset: pislik, insan tersi.
necât: kurtuluş.
necm: yıldız.
nef: fayda.
nefes: Bektaşîlerin, halk tasavvuf ozanlarının tarikatlarıyla ilgili konuları işleyen şiir.
nekbet: uğursuz, ahlaksız.
nekes: cimri, eli sıkı.
nen: ninni.
neng : ayıp, utanılacak şey, ar ve hayâ.
ner: erkek deve.
nerban: deveci.
neste: nesne, şey.
neva: ses, seda.
nevat: sevinç, şenlik.
nevaz: okşama, taltif.
nevcivan: genç.
Nevruz: Eski bir İran takvimine göre yeni yılın ve ilkbaharın başlangıç günü, 22 Mart.
nigar: resim, güzel, sevgili.
nihan: gizli.
niheng: timsah.
nikap: yüz örtüsü, peçe
nisar: saçan, saçıcı, saçıp dökme.
nişe: niçin.
niza: çekişme, kavga.
nize: kargı, mızrak.
nöker: kul, hizmetçi.
nufte: meni, erlik suyu.
nusha: muska.
nuş: içen, içici, tatlı şerbet gibi içilecek şey, zevk ve sefa.
nuş eylemek: içmek, zevk ve sefa etmek.
nuşin: lezzetli, tatlı.
Nuşirevan: Nuşirvan : İran'da Milâdi (531 - 579) tarihleri arasında hükümdarlık etmiş Sâsâni padişahı olup adâlet ve doğruluğu ile meşhur olmuştur.
nübüvvet: peygamberlik, nebi olmak, nebilik, Allah'ın emriyle görevli olarak insanları doğru yola çevirmek.
nüsha: yazılı, yazılmış şey, yazılı bir şeyden çıkarılan suret.
nüzul: inme

D



dâd: adalet, yardım.
dad eylemek: yardım dilemek, yahut yardım etmek.
dağ: yara. 2- kızgın demirle vurulan özlük belirtici damga, işaret, nişan.
dağdağa: çekişme, anlaşmazlık.
dağlanmak: 1 .Kızgın demirle damgalanmak. 2. Yanmak. 3.Sağaltma amacıyla vücudun yaralı ve sayrılıklı bölümlerinin kızgın demirle yakılması.
dağlı: damgalı.
dahme: mezar
dahleylemek: aleyhte bulunmak, yermek.
daim: sürekli, her an, daima.
dak: kusur, eksiklik, alay
dal: boy. 2- omuz, omuz başı.
dalbınmak: çırpınmak.
dalda: gölge.
dalgerdan: 1.Güzel göğüs. 2.Vücudun omuzla birlikte göğüsten yukarı bölümü, büst.
dalıptır: dalmıştır, dalıyor.
daluptur: dalmıştır, dalıyor
dâm: tuzak
dâmân, dâmen: etek.
dandan: gürültü, patırtı, kavga.
dane: tane, tohum, çekirdek.
danışmak: konuşmak.
dâr: darağacı.
Dar-ı Mansur: Hallac-ı Mansur'un idamı.
darılıpsan: darılmışsın.
darp: vuruş, çarpış.
dâsitan: destan.
dâvî: dava
davulbaz, davlunbaz: büyük davul, davul çalan.
dâyim: daima, her zaman
daylak: tüylü devenin erkeği.
dehân: ağız
dehr: dünya, zaman, devir
delil: yol gösterici, rehber, kılavuz.
delim: çok.
dem: 1- vakit, zaman 2- nefes, kan.
dem etmek: sazla çalıp, söylemek.
demâdem: daima, her zaman.
deman, damen: etek.
dembeste: soluğu kesilmiş, susmuş, sessiz.
demde: eğlencede, dolaşmada.
demkeş: devamlı öten bir güvercin cinsi, şarap içen.
demren, temren: okun ucundaki sivri demir.
denşirip dermek: bir araya getirip toplamak.
denşirmek: bir araya getirmek, toplamak.
depe: taraf, yön, cihet
deprenmek: kımıldamak, hareket etmek, sarsılmak.
dercetmek: toplamak.
dergâh: tekke, kapı önü, kapı eşiği.
deriçe: baca.
derilmek: toplanmak.
derimend: derti, taslı, kaygılı.
derman : ilaç, şifa
dermiyân, dermeyan: arada, ortada.
derûn: iç, iç yan, yürek, kalp.
dervâze: kapı, büyük kapı.
derviş: yoksul, varlığından benliğinden geçmiş kişi, tarikata girmiş kimse.
derya: deniz.
desdimal: el sileceği, yağlık.
dest: el.
destar: sarık
deste katar: develeri dizmek, sıralamak.
destgir: yardım eden, elinden tutan
destûr: sarık.
deşirmek: devşirmek, toplamak.
devinmek: kımıldamak, iki yana dönüp sallanmak.
devlik: geçim, idare.
devrân: çağ, zaman, felek.
devre: ters, değişik.
deyyan: mükafatlandıran ya da cezalandıran hâkim, Tanrı.
deyi, deyü: diye.
deyr: manastır.
dıkızlamak: sıkışmak, iyi çalışmamak.
dırîga: esirgemek, yazık.
didâr: yüz.
dide: göz.
dilber: güzel.
dilçevüren: dilçeviren, söz gezdirici, dedikoducu.
dildar: sevgilisinin gönlünü çelmiş.
dir: derlemek, toplamak, bir araya getirmek.
dirigâ: yazıklar olsun, eyvah ki.
diriğ: dirlik, geçim, yaşayış, esirgeme, yasaklama.
dirlik dirilmek: iyi düzende olmak, düzenli bir hayatı olmak.
diskinmek: korkudan sıçramak; uykudan sıçrayarak uyanmak.
div: dev, şeytan, cin.
divan durmak: ayakta saygıyla durmak.
divane: deli, âşık.
dolama: çuha giysi, kat kat giysi.
dolu: 1.İçki. 2.Halk inancında Pir'in , Üçler'in, Erenler'in-Hakk katından aşıklık verilenlere sunduğu kutsal içkiyle dolu kadeh, kase.
dolukmak: göz yaşarmak
domurmak: tomurmak, tomurcuklanmak.
don: elbise
dölek: düz yer, uslu kişi.
döngün: dargın
dönmenem: dönmem.
Dört Kapı, Kırk Makam: Sufi'yi Tanrı'ya götüren yol dört kapı ile belirlenmiştir. Yola, Tarikata giren bu kapılardan sıra ile geçecektir. Bunlar, Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat kapılarıdır. Her kapının on dört özelliği vardır ki, bunların topuna birden Kırk Makam denir.
döş: göğüs
döşürmek: devşirmek, bir araya getirmek, toplamak.
döymek: tahammül etmek.
dözmek: katlanmak, dayanmak.
dudu: papağan türünden, taklit yapan bir kuş.
dulda, dalda: rüzgâr ve güneşten korunmuş yer, bölge.
durak: makam, durulan oturulan yer.
dûd, duhan : duman, tütün
dûr: ırak, uzak
dûş: sırt, omuz, düş.
dûzah: cehennem, tamu.
duzeh: cehennem.
dü: iki.
dübür: iki yaşındaki erkek keçi.
dügeli : bütün, hepsi.
dügü: pirinç.
dühan: tütün, duman. Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı.
dülbent: yazma.
dün: gece.
dün ü gece: gece gündüz.
dür: inci
dür eyle: uzak dur.
dürdane: inci tanesi
dürraç, turaç: bir kuş, turaç kuşu.
dürraçlanmak: düraç kuşu gibi ötmek.
dürülmek: bükülmek, toplanmak.
düşdi: başladı, koyuldu.
düşvâr: güç, zor

O



obrulmak: oyulmak, oyula oyula suya batmak.
od: areş.
oflaz: eflatun rengi
oğrı (uğru): hırsız.
ol: o.
onarı: iyi, düzgün, uygun.
onmak: rahata kavuşmak.
oynayıban: oynayarak

Ö



öd: edep, safra kesesi.
ögünden: önünden.
öğmek: övmek.
öküş: çok.
öndün: peşin
öne görmek: beklemek.
örd, ördem: fazilet.
ören, örün: virane.
örük: saç örgüsü.
öşek: postu değerli bir av hayvanı.
özge: başka.

P



pahıl: kıskanç.
pak: temiz, arı.
palan: semer, eyer.
palas: keçe, eski püskü şeylerden yapılmış giysi, değersiz elbise.
palheng: dizgin, kement.
papak: kürk ve keçeden yapılma başlık.
pâre: parça.
parlı: parlak, ışıldayan, göz kamaştırıcı.
paşa seli: coşkun sel.
payam, peyam: haber.
payan: son, nihayet.
payız: sonbahar, güz.
pâyidâr (paydar): sağlam duran, dayanıklı.
pâymal, pâyımal: ayaklar altında kalış, ayaklar altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş.
payvend: köstek, atın ayağına vurulan bağ, bukağı.
penah: korunma, sığınma.
pend: öğüt, nasihat.
perçem: alına ve yüze düşürülen saç, kakül.
pergar: çember, koruyucu.
peri: doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, düşsel, çok güzel dişi varlık.
perizât: peri kızı.
perran: uçan, uçucu.
perrü bal: kanat.
pertev: ışık.
pervan: pervane, geceleri ışık çevresinde dönen küçük kelebek.
pervane: mumun, ışığın çevresinde uçuşan küçük kelebek.
pervâz: havalanma, göğe ağma.
perveri: besili, besiye alınmış, beslenmiş.
pesend: kıskanmak, imrenmek.
peyke: tahta sedir.
peyman: and, yemin.
peymane: büyük kadeh, şarap bardağı.
pısmak, pusmak: sinmek, başı omuzlara doğru çekerek korkuyla büzülmek.
pilte: fitil.
pinhan: gizli.
pir: 1. Hak katından aşıklık bağışlanmışlara dolu bade sunan Hızır. 2. Yaşlı, büyük, ihtiyar reis, bir tarikatın kurucusu, tarikatta ulu kişi, herhangi bir meslek ve sanatın kurucusu.
pişe: iş güç, alışkanlık.
pişrev: önden giden, öncü.
pişvaz: karşılama.
piyâle: kadeh.
pohur: azgın deve, erkek deve.
posunmak: sinmek, korkmak.
poşu: yüz örtüsü, peçe, ipekli baş örtüsü.
puc, puç: hiç, boş.
pul: eskiden kullanılan akçadan küçük para.
pus: duman, pas.
puş: örtü, giysi, elbise, zırh.
pür: dolu.
pür-nur: çok parlak, çok nurlu.
püren: yavşan otu gibi ocaklarda yakılan, süpürge yapılan kokulu bir ot.

R



Râb: Tanrı, Allah.
rah: yol.
râhi: yolcu, gezgin.
rahm: acıma, esirgeme, koruma.
rahman: merhamet sahibi, Tanrı.
rahmet: yağmur.
rahşan: parlak.
raht: eyer takımı.
ravza: çayırlık, çimenlik, bahçe.
rasaf: taş döşenmiş yol.
râyegân: ucuz, bedava.
rayiha: koku.
râz: sır, giz.
reaya: halk, avam.
reht: bastırarak ezme.
rehvan: yolda giden, yürüyen.
rengin: renkli, güzel.
reşme: hayvan başlığında burun üzerine gelen zincir.
ref: kaldırma, yüceltme.
reftar: yürüme, salınma.
revan: yürüyen, giden, akan.
revane: akmak, gitmek.
revzen: pencere.
reyhan: güzel kokulu bir çiçek, fesleğen.
Rıdvan: cennet meleği.
rıza: memnunluk, istek, arzu.
rızk: nimet
rikab: huzur, makam.
rişte: tel.
riya: özü sözü bir olmamak. İki yüzlülük.
riyâzât: az yemek, az içmek az uyumak yoluyla nefsi terbiye etmek. Nefsi yenmek için bunlara katlanmak.
ruh: yanak.
rumûm: anlamlı gizli sözler. simge.
ruz u şeb: gece ve gündüz.
ruzi: rızık, insanı besleyen şeyler.
ruzigâr: zaman.
rükû: eğilmek, namazda eller dizde eğilmek.
Rüstem: İran mitolojisinde çok kuvvetli bir kahraman.
rüsva: rezil, aşağılık, itibarsız.
rüsvay: küçük düşme, rezil olma.
rüşd: erginlik, olgunluk.

31 May 2009

S


sabâ: sabah rüzgârı.
sabak: ders.
sabur: sabırlı, sabreden.
sa'd: kutlu, uğurlu.
saddak: doğrulama sözü, doğrudur demek.
sadır: göğüs.
sadır yeri: baş köşe.
safâ, sefa: saflık, temizlik, şenlik, keyif.
safa nazar: temiz bakış, Mürşidin bakışı.
sağalmak: iyileşmek.
sagir: küçük.
sağrı: sırt, arka.
sağınç: emek, istek, arzu.
sağış: sayı.
sahat: saat.
sâil: soran, saldırıcı.
sâim: oruçlu, oruç tutan.
sakını: sakın ha.
saki: içki sunan.
sal: tabut, düzlük, yayla.
salâ, sela : namaza davet için çağırmak. Minarede cenâzeye çağrı için okunan salavat, dua. (Kelimenin aslı "Essalât" veya "Salât" dır.)
sala sala: sallıya sallıya.
salaca: tabut, teneşir.
salak, salan, salağ: davar avlusu, toplantı yeri,düzlük sağ taraf,ucu toplu zincirli bir nevi savaş tokmağı.
salınıban: salınarak.
Salman: Peygambere ilk iman edenlerden bir İranlı.
salmanam: salmam, bırakmam.
sâlus: hileci, düzenci, gösterişçi.
salyane: salgın, vergi, yıllık saptanan para.
sandal: sarı.
sarı: altın.
sarvan, savran, sayvant: çadır, gölgelik, kervan başı, tahtadan yapılmış balık sırtı şeklinde çanta.
savat: gümüş işleme, kakma, kaplama.
savay: ipekli bir cins Hint kumaşı.
savgat: armağan, hediye.
savsala: lâf, safsata.
sa'y: çalışmak.
saya: üç etekli entari, köy entarilerinin ön etekleri içine konan ve çiçek şeklinde kesilen bez, ayakkabı tamircilerinin gön parçası, koyunları sayarak vergisini alan tahsildar.
sayış günü: kıyamet günü.
sayru, sayrı: hasta.
sayyad: avcı.
sebükbar: yükü hafif, gailesiz.
Seb'ül mesan: Yedi kat gökyüzü. Yedi ayetten oluşan Fatiha suresi.
secde, sücud: namazda yere kapanma durumu.
sedir: üstü halı, kilimle örtülü, minderli, yastıklı kerevet, divan.
sefa: gönül şenliği, rahatlık.
sefine: gemi.
seğirtmek, seğdirmek: koşmak.
seğirdüben: seğirterek, koşarak.
sehab: bulut.
sehel, selh: kolay.
sehv: hata, yanılma.
sekiz cennet: hadislerde cehennemin yedi, cennetin sekiz olduğu bildirilmiştir.
selâtin: sultanlar.
selef: önceki.
selîm: doğru, temiz.
selki: hafif, yeğin.
sema: gökyüzü
semah: oyun ve müzikle yapılan dinsel tören.
semek: balık, dünyayı boynuzlarında taşıdığına inanılan öküzün altında bulunan balık.
semender: ateşte yanmadığı rivayet edilen efsanevi bir hayvan, su kertenkelesi.
senâ: övgü, yüceltme.
seng: taş.
ser: baş.
serbeser: baştan başa.
serencam: baştan geçen, ibret veren şey.
sergerdan: başı dönmüş, şaşkın.
sergüzeşt: macera, baştan geçen olay.
serheng: çavuş, kavas, kapı bekçisi.
sermest: sarhoş, kendinden geçmiş.
serteser: baştan başa.
sert humar: huysuz eşek.
server: baş, önder, lider.
servi kamet: selvi boylu.
settar: Allah'ın sıfatlarından biri. Örten, kapayan, gizleyen.
seyil: sahil, kıyı.
seyfi, sifî: güzel gözlü bir kuş.
seyr: gezmek, rüya, düş.
seyran: gezinme, gezme.
seyrangâh: gezinti yeri
seyyah: gezgin, gezmen.
seyyat: avcı.
seza: layık.
sıdk: doğruluk.
sığamak: sıvazlamak, okşamak.
sığın: bir geyik türü.
sımak: kırmak, bozmak.
sındı: makas.
sınık: kırık, kırılmış.
sınmak: kırılmak.
sırat: cehennemin üstüne gerilmiş kıldan ince kılıçtan keskin köprü.
sırça: cam.
sırma: gümüş tel, altın yaldızlı gümüş tel.
sıymak: yenmek, bozguna uğratmak.
sim: gümüş, gümüş, tel, ziynet, süs eşyası.
sin: mezar.
sine: göğüs, bağır.
sinirmek: hazmetmek.
sinli: mezarlık.
sipah, sipahi: atlı asker.
sîr : gizlice.
sivâ: Tanrı'dan başka her şey.
siyaset: asılma.
siyec: kadın feslerinin önüne dizilen bir sıra altın, çalı çırpıdan yapılma çit.
sofi: tasvvuf yolunu tutan kimse. İslam felsefecisi.
sokunma: takınmak
somak: kurusu yemeklerin üzerine serpilen taneleri dut tanesi büyüklüğünde üzüm salkımı şeklinde ekşi kırmızı bir meyve.
somat, sımat: sofra, ziyafet.
sonuk: ilaç, merhem.
soya: keskin çakı, kara tırnak, şahin ve benzeri kuşların keskin tırnakları.
soyha: cenazenin üstünden soyulan elbise ve çamaşır.
söğünmek: sönmek.
subh: sabah vakti.
sufat: sıfat, surat, yüz.
sulb: soy, sülale, zürriyet.
Sultan u ins ü cin: insanların ve cinlerin Sultanı.
sumâr : son, nihayet.
sun: yaratma, kurma, yapma.
suna: su gibi güzel, boyu posu güzel sevgili, bir ördek cinsi.
Suphan: Tanrı, Allah.
sûk: çarşı, pazar yeri.
sur, sür: kıyamette İsrafilin çalacağı boru. Bütün ölüler bu borunun çalınmasıyla dirilecektir.
sûret düzmek: kılık kıyafet yapmak, düzmek
sûz: sıcaklık, yanma, yanış.
sübe: yumurta biçiminde, bebeğin kundaklanmış hali.
sücü: şarap.
sükker: şeker.
Süleyman: Kur'an'da anılan peygamberlerden biri, İncil'de de adı geçen İsrail kıralı (İ.Ö.970-93 1 arası). Kur'an'ın bir çok ayetinde Süleyman peygambere verilen iistiin güçler, ilalıi nimetler ve saltanattan söz edilir. Kur'an'a göre Süleynıan, Davut peyganıberin oğludur. Süleylan peygamberin kuşların dilini bildiğine, rüzgara ve cinlere hükmettiğine inanılır. Divan ve Halk şairleri, Süleyman peygamberin doğa üstü güçlerine ve kudretli yüzüğüne (Mührü Süleyman) şiirlerinde telmih yoluyla, sıkça değinirler. Divan ve Halk şiirinde Süleyman peygamber kuvvet ve kudret örneği olarak işlenir.
sürçek: ayağı yere takılan.
süllem: merdiven.
sünnet: Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli davranışlarının ve değişik konularda söylemiş olduğu sözlerin tümü. İbadet yönünden sünnet, farz olan nazalardan önce ve sonra kılınan namazlardır.
sünü, sünük, süngük, süngek: kemik.
süz : yanıp tutuşma

Ş



şâd: sevinçli, neşeli.
şadan: mutlu, neşeli.
şadda: kuşak.
şâdoluben: sevinerek.
şahan: şahin.
şahbaz: yiğit, güçlü, iri bir tür akdoğan.
şah-ı hûban: güzeller şahı.
şah- ı merdân: insanlar şahı.
şahne, şahna: vergi toplayıcı, tahsildar.
şaki: hırsız, yol kesen, eşkiya.
şakir: şükredici.
şakird: çırak.
şana, şane: tarak.
şar: şehir.
şavk: ışık.
şay: duyuru, ilan.
Şeddad: Tanrılık davasında bulunan ilk hükümdar. İrem kentinin kurucusu.
şehd, şeyd : bal. gömeç balı, asel.
şehriyâr: padişah, hükümdar.
şekk: şüphe, kuşku.
şekva: şikayet, aciz kaldığını ve zavallılığını haber vermek.
şem, şem'a: mum.
şems: güneş.
şeraben tahur: cennete mahsus şurup.
şerh: yorumlamak.
şerha: yarık.
şerheylemek: açmak, açıklamak.
şerik: ortak. Şerik koşmak; Tanrı'ya ortak koşmak.
şermsâr: utanan, utanmış.
şeşirmek: atmak, boşaltmak.
şeşmek : çözmek, çıkarmak.
şevle: şule, alev, yalım, parıltı.
şeybet: yaşlılık, sakalına ak düşmek.
şeyda: çılgın, deli.
şeyda bülbül: gülün sevgisiyle kendini yitirmiş bülbül.
şıvga: ince fidan dalları, yeni sürmüş ince düz dallar.
şikâr: av.
şikest: kırılmış.
şilek, şellek: yük halinde bağlanmış çalı çırpı pılı pırtıdan ibaret sırt yükü.
şimdiden geri: şimdiden sonra.
şir: aslan.
şirgir: aslan avcısı.
şirk: ortak tanımak, Tanrı'ya ortak koşmak.
Şit: Âdem Peygamberin oğullarından, bez dokumayı icat etmiştir, onun için dokumacıların pîri sayılır.
şita: kış.
şivekâr: nazlı, cilveli.
şol: şu.
şor: lâkırtı, tozlu yer, ot.
şuğ: filiz, ağacın ilkbahar sürgünü.
şule : ışık
şûride: perişan, âşık, tutkun.
şuriş: karışıklık, kargaşa.
şükr: teşekkür.
şümâr: sayı.

T



taallüm: öğrenme, okuyarak ders alarak elde etme.
tâat: Tanrı buyrukları, ibadet.
tab: huy, yaratılış.
tabılbaz: davulcu.
tâcil: acele.
tacillemek: acele ettirmek.
tağ: kavun, karpuz gibi bitkilerin gövdeleri ve yerde kayılan kolları, dalları.
taharet: temizlik.
tahir: temiz.
taht: hükümdarların oturduğu büyük, süslü koltuk.
tahtesserâ: yerin altı.
takvâ: günahtan sakınma.
talak: boşama.
tama: tamah, doymazlık, aç gözlülük.
tamaşa: temaşa, seyretme, hoşlanarak bakma.
tamu: cehennem.
tan: seher vakti.
tan etmek: hoş görmemek, kötülemek, yermek, ayıplamak.
tan eylemek: sövmek, yermek, kınamak.
tana: susuzluktan yanmak.
tana kalmak: şaşmak.
tanış: tanıdık kimse, bildik.
tanlacak: seher vaktinde.
târ: karanlık.
târâc: darmadağın.
tapı: tapınılan şey, mabut.
tapşırmak: 1. lsmarlamak. 2.Emanet etmek. 3. Söylemek, ad söylemek.
tapu: makam.
tapusunda: huzurunda.
tarik: yol
tarlan: doğan, sarıya çalgın renkli, iri pençeli doğan.
tâye: dadı.
tavaf: çevresini dolaşmak.
tavk: gerdanlık, koyun ve keçilerin gerdanından küpe gibi sarkan iki tane.
tay: denk, yükün bir tarafı, deve yükünün bir tarafı, tezgâh çıkrıklarını sıkıştırmak için ileri geri gidip gelen ayar.
tayın : askerin bir öğün yemeği.
taylak: iki yaşındaki deve, deve yavrusu.
tebdil: tedbir.
teber: balta, dervişlerin kullandığı iki yüzlü yarım ay biçimindeki balta.
teberra: yüz çevirmek.
teberrük: hediye, uğurlu sayma.
tecdid: yenileme, yeniden yapma.
tecella: Tur Dağı'nda Tanrı'nın Musa'ya görünüşü.
tecrim: cezalandırma.
tefekkür: düşünme, düşünce.
teferrüç: gezinti.
teferrüçgah: gezinti, eğlence yeri.
tefrik: ayırmak.
tehne: tenha, ıssız.
tehî: boş.
tek: gibi.
tekebbür: kibirlenmek, büyüklenmek.
telek, tilek: kuş tüyü
temenna: eli alnına götürerek selamlama işareti yapma.
temren: okun sivri uç demiri.
tenûre: tandarlık, mutfakta giyilen giysi, yakasız önü göbeğe kadar açık üst kısmı bele kadar dar etekleri geniş kolsuz giysi.
tepir: kıl elek, kalbur, buğdayın tanelerini samanından ayırmak için kullanılan kamıştan ya da ince dallardan yapılmış sepet.
terkin urmak: vazgeçmek.
Tersa: Hıristiyan.
teşviş: karıştırma, şüpheye düşme.
tevekkül: işi Tanrı'ya bırakıp yazgıya razı olma.
tevhit: birlemek, Tanrı'yı bilmek.
teyin: sincap cinsinden bir hayvan.
tezbahar: ilkbahar, erken gelen bahar.
tezele: tazele, yenile,
tezkin: teşbih etmek, benzetmek.
tezkiye: temizleme, soruşturma.
tezmek: kaçmak.
tıfıl: çocuk.
tıflı nareste: ergenlik yaşına ermemiş genç.
tığ: kılıç, pala.
tığlamak: kurban kesmek.
tımar: devlet tarafından geçim için verilen toprak.
timar: sağaltma, iyileştirme.
tınâb: ip, destek.
tig, tiğ: kılıç.
tir: ok.
tiryak, tiryek: panzehir, zehire karşı ilaç.
tor: acemi, toy, alışmamış.
toy: düğün, dernek, ziyafet. 2- kazdan büyük yabani bir kuş,
tozmak: gezmek, salınarak dolaşmak.
töhmet: karaçalma, suçlama.
tûba: cennette bulunduğuna inanılan çeşitli lezzetli yemişler veren bir ağaç.
tuğ: Başlangıçta Türklerce kutsal sayılan ve kutas-kotas adı verilen Tibet öküzünün, sonraları atın kuyruk kıllarından yapılan sembol, hükümdarın verdiği saygınlık belirten sorguç.
tûl-ı emel: isteklerin sonsuzluğu, sonsuz arzu.
tuman: giysi, elbise.
tup: hep, tüm, birden.
turab, türab: toprak.
turac: bir cins sülün.
turalanmak: avlanmak.
Turan: Eski İranlılar tarafından Türk ülkesine verilen ad; Orta Asya.
turfanda: taze, yeni.
tuş eylemek: yönelmek, karşı gelmek.
tülek: tazece tüylemeye başlamış, tüyünü değiştirmekte olan, usta, hileci.
tülü maya: güzel tüylü deve.

U



ubrulmak : devrilmek.
uca: yüce, yüksek, yüksek yer.
uçmak: cennet.
ud: değer.
udlu: değerli.
udlu konuk: ağır konuk, ağırlanması gereken konuk.
uğru: hısız, eşkiya, yol kesen.
uğrun: gizli
uğur: ön.
ukbâ: ahiret, öbür dünya.
ulak: haberci.
ulanmak: ulaşmak, kavuşmak, eklenmek.
ulaşır: sataşır.
ulu divan: mahşer günü insanların Tanrı huzuruna çıkışı.
uluk: ulu, büyük, güzel.
umar: çare.
umman: büyük deniz, engin deniz, okyanus.
unmak: iyileşmek.
urd: kuru ot veya çalıların yanması.
urmak: vurmak.
Urum: eskiden Anadolu'ya verilen ad.
uru: kalkık, dik.
uruşan: ruşen, aydın, vuruşan.
uryan, üryan: çıplak.
us: akıl.
usalmak: uslanmak, akıllamak.
usan: gafil, ahmak.
ustager: usta, iyi iş yapan.
usul: ölçülü, mevzun, uzun, uslu, akıllı.
uş: işte.
uşanmak: kırılmak
utmak : ütmek, kazanmak.
utlu: utangaç.
uyakmak: batmak, gurup etmek.
uz: usta, uzman, uzun.

Ü



üce: yüce, yüksek.
üç yüz altmış altı kapı: Hurifiler göre vücutta bulunan damarlar.
üğrümek: sallamak.
ülfet: alışma, görüşüp konuşma.
ümera: amirler, yüksek memurlar.
ümmet: bir peygambere inanıp bağlanan cemaat.
ün: ses, seda.
ürek: yürek.
ürke: ürker.
ürküşmek: ürkmek, bir şeyden korkup birden sıçramak.
üryan: çıplak.
üsgek: yüksek, yüce.
üsgüf: üsküf.
üsküf: 1. Başlık, serpuş 2. Simle bezeli baş örtüsü. 3.Genç kızların ve gelinlerin giydikleri, genellikle kırmızı renkli, ince keçe, şayak ya da çuhadan yapılmış başlık.
üstaz: üstat, usta, hoca.
üşmek: toplanmak.

V



vâcib: gerekli olan şey.
vahdet: birlik.
vakt: vakit, zaman.
vala: gelinin başına örtülen bir çeşit örtü.
vâlâ: yüce, yüksek.
varak: yaprak, kağıt veya kitap yaprağı, yazılmış kağıt.
vasl: birleşme, kavuşma.
vasvetmek: övmek, anlatmak.
vaya: fayda.
vech: yüz.
velbağsü bağdel mevt: öldükten sonra dirilme (Haktır).
velekad: asalet, iyilik.
velvele: gürültü, bağrışma.
veribidi: vermişti.
veri gelmek: vermek.
Vesvas: Kur'an-ı Kerim'de Nas suresi. 114/4. ayet.
vesvese: şüphe, kuruntu.
vettekun: çekinin, sakının.
viribidi: yolladı, gönderdi.
viribimek: yollamak, göndermek.
visâl: kavuşma, sevgiliye kavuşma.
vuslat: kavuşma.
vücut şehri: beden, can, özvarlık.

Y



yâ: ey.
yad: yabancı, yabancı il.
yağı: düşman, hasım.
yağlık: mendil, çevre, çenber.
yahşi, yahşı: iyi.
yalaz: parlak.
yalabık: şimşek, parlak.
yalap: parça.
yalbırdak: çıplak, yalın, kılıfsız, parlak.
yaldak: yalancı, aldatıcı.
yalguz: yalnız, tek başına.
yalıncak: yalın ayaklı, çıplak, yoksul.
yalıf: alev.
yallım: yalçın, çıkması güç, sivri kaya.
yalman: ateş parçası, yalım, tiz, kılıcın meyilli tarafı.
yaman: yuvuz, kurnaz, kötü.
yanıl alma: kırmızı parlak elma.
yarağ: gerekli.
yarak: silah
yarlık: aşk, ferman.
yasılmak: yaslanmak.
yaşın: gizli.
yavı kılmak, yavıklamak: kaybetmek, yitirmek.
yavlak: çok, yeğin.
yavu kılmak: yitirmek.
yavu varmak: aramak.
yavuz: kötü, dehşetli iyi.
yaylamak: gezip dolaşmak, yaylaya çıkmak, kokmak.
yazı: ova, yayla, talih.
Yediler: Hz. Muhammed'in gizini bilen Tanrı elçisi bir kutupla altı erenden olşan imamlar topluluğu. Yediler Üçler'den sonra gelir. Dünyayı Tanrı adına bunlar yönetirler.
yedmek: bir kimseyi elinden tutarak götürmek.
yeğ: iyi.
yeğin: çabuk, suyun çok ve kuvvetli akışı.
yeğrek: daha iyi.
yekta: biricik, tek, eşsiz.
yekte: siyah eteklik, yelek.
yeksan: yerle bir, birlikte, beraber, her zaman, denk, bir, eşit.
yelkin: hızlı, rügâr gibi.
yelmek: koşmak, telaş ve aceleyle yürümek.
yeltemek: gayrete getirmek.
yenle: yeniden.
yerinmek: üzülmek.
yermek: kötülemek.
yesir: esir.
yetirmek: yetiştirmek, eriştirmek.
yetkin: olgun, yetişkin, orta yaşlı.
Yezdan: Tanrı, Allah.
yıkışmak: güreşmek.
yıramak: uzaklaşmak.
yitirmek: kaybetmek.
yol: usul, düzen.
yolak: patika, dağ yolu.
yorağ: pabucun üst kısmı.
yöğrük: seri koşan, hızlı yürüyen.
yöğşürmek: koşuşmak.
yöre: dik, bayır, yokuş, taraf.
yuka, yuha, yufka: ince.
yumuş : hizmet.
yumuşlu: hizmetli.
yunmak: yıkanmak.
Yusuf: İbrani Peygamberi. Yakup peygamberin oğlu, Yusuf'un serüveni Tevrat'ta, Tekvin bölümündedir. Yusuf, Kur'an'ı Kerim'de de yer alır [Yusuf Suresi]. İslami edebiyatlarda ''Ahsen'ül Kısas'' diye geçen Hikayenin en güzeli diye anılan Yusuf hikayesinin etkileri Türk Edebiyatı'nda da yaygındır. Yusuf ile Züleyha- Zeliha arasında geçen olaylar birçok mesneviye konu oldu, Yusuf ile Züleyha adını taşıyan bir çok hikaye yazıldı.
yusuf alması: bir cins kırmızı elma.
yuvanmak: ağırdan almak.
yügrük, yüğrük: iyi yürüyen, iyi koşan, çevik.

Z



zağ: karga.
zağlı: iyi bilenmiş.
zâhid: çok aşırı sofu, kaba sofu. Alevilerce kızılbaş olmayan.
zahit: süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi.
zâhir: dış görünüş.
zahm: yara.
zahimdar: yaralı.
zahman: sıla.
zahir: açık, belli, dış, evren.
zâkir: zikreden.
zalım: zalim.
zâr: ağlama, inleme.
zari kılmak: ağlamak.
zatiye: kişilik.
zay: kayıp, boş.
zeban: dil.
zebânî: azap meleği.
zeber: üst, gök.
zebun: güçsüz, zayıf.
zebun olmak: birinin elinde perişan olmak.
zehgir: boynuzdan ve ağaçtan yapılan yüzük gibi parmağa geçirilen halka.
zehrimar: yılan zehiri.
zekât: İslam inanışına göre helallığını sağlamak için mal ve paranın her yıl dağıtılması gereken kırkta biri.
zemistan: kış.
zemheri: kışın en soğuk zamanı.
zemzem: Kabe yakınındaki bir kuyu, bu kuyunun Müslümanlarca kutsal suyu.
zer: altın.
zerbab, zerbaf: sırma ile dokunmuş kumaş.
zere: zira.
zerre: bir şeyin bölünemeyecek kadar en küçük parçası.
zerrin: altından yapılma, altın görünüşlü, altın renkli.
zevâl: son, tükenme, bitme.
zeyn: süs, bezek.
zeyrek: zeki, anlayışlı.
zibâ: süslü, yakışıklı, güzel.
zihi: ne hoş, ne güzel.
zikr: anma.
zinet: ziynet, bezek, süs, takı.
zinhar: asla, sakın ha.
zir: alt, yer altı.
zubun, zıbın: bezden yapılma iç hırkası veya iç gömleği.
zuhûr: ortaya çıkma.
züban: lisan, dil.
zühd: sofuluk, zahitlik, dinde şüpheli şeylerden sakınmak, dünya şeylerini aşağı görme, tahkir, dünya nimetlerinde ılımlılık.
zükür: erkekler.
zülâl: temiz su, tatlı, soğuk su, hafif güzel su.
zül-cenan: iki cennet.
Zülfikar: Hz. Ali'nin çatallı kılıcı.
zülüf: yüzün iki yanından sarkan saç.
zülfbend: saç bağı.
zünnar: güzelin saçı, keşişlerin bellerine bağlayıp uçlarını sarkıttıkları kıldan ve sert kuşak.