31 May 2009

Z



zağ: karga.
zağlı: iyi bilenmiş.
zâhid: çok aşırı sofu, kaba sofu. Alevilerce kızılbaş olmayan.
zahit: süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi.
zâhir: dış görünüş.
zahm: yara.
zahimdar: yaralı.
zahman: sıla.
zahir: açık, belli, dış, evren.
zâkir: zikreden.
zalım: zalim.
zâr: ağlama, inleme.
zari kılmak: ağlamak.
zatiye: kişilik.
zay: kayıp, boş.
zeban: dil.
zebânî: azap meleği.
zeber: üst, gök.
zebun: güçsüz, zayıf.
zebun olmak: birinin elinde perişan olmak.
zehgir: boynuzdan ve ağaçtan yapılan yüzük gibi parmağa geçirilen halka.
zehrimar: yılan zehiri.
zekât: İslam inanışına göre helallığını sağlamak için mal ve paranın her yıl dağıtılması gereken kırkta biri.
zemistan: kış.
zemheri: kışın en soğuk zamanı.
zemzem: Kabe yakınındaki bir kuyu, bu kuyunun Müslümanlarca kutsal suyu.
zer: altın.
zerbab, zerbaf: sırma ile dokunmuş kumaş.
zere: zira.
zerre: bir şeyin bölünemeyecek kadar en küçük parçası.
zerrin: altından yapılma, altın görünüşlü, altın renkli.
zevâl: son, tükenme, bitme.
zeyn: süs, bezek.
zeyrek: zeki, anlayışlı.
zibâ: süslü, yakışıklı, güzel.
zihi: ne hoş, ne güzel.
zikr: anma.
zinet: ziynet, bezek, süs, takı.
zinhar: asla, sakın ha.
zir: alt, yer altı.
zubun, zıbın: bezden yapılma iç hırkası veya iç gömleği.
zuhûr: ortaya çıkma.
züban: lisan, dil.
zühd: sofuluk, zahitlik, dinde şüpheli şeylerden sakınmak, dünya şeylerini aşağı görme, tahkir, dünya nimetlerinde ılımlılık.
zükür: erkekler.
zülâl: temiz su, tatlı, soğuk su, hafif güzel su.
zül-cenan: iki cennet.
Zülfikar: Hz. Ali'nin çatallı kılıcı.
zülüf: yüzün iki yanından sarkan saç.
zülfbend: saç bağı.
zünnar: güzelin saçı, keşişlerin bellerine bağlayıp uçlarını sarkıttıkları kıldan ve sert kuşak.